Son Yazılar

Drina Köprüsü

Drina Köprüsü’nün İngilizce çevirisinin önsözünde William H. McNeil, romanla ilgili olarak şunları söylemektedir:

(Bu eserden başka) Ne Balkan ve Osmanlı tarihi alanında daha iyi bir giriş, ne de bizimkinin dışındaki başka bir medeniyeti okuyucuya daha ikna edici bir şekilde tanıtan herhangi bir edebi eser biliyorum. Drina Köprüsü, heybetli başlangıcı ve sarsıcı sonu arasında Andriç’in sayfaları boyunca Osmanlı dünyasıyla karşı karşıya getiren bir duygusal ve entelektüel bir maceradır. Kısacası Drina Köprüsü, olağanüstü bir çalışmadır, bir şaheserdir ve oldukça da sui generis (nevi şahsına münhasır / kendine özgü)’dir.... Uzak Bosna’daki sosyal değişimin Andriç tarafından çizilen bu hassas portresi, ortaya çıkan büyük bir güce sahiptir.”(Andric, 1977).

1961 yılında yazarına Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran Drina Köprüsü romanı, Drina Irmağı kıyısındaki Vişegrad adlı bir kasaba ve o kasabada yapılan bir köprü etrafında gelişen, birbiriyle doğrudan veya dolaylı bağlantıları bulunan birtakım olayları anlatır. Kıyısındaki kasabanın ve üzerindeki bir köprünün anlatıldığı Drina, Tara ve Priva akarsularının birleşmesiyle meydana gelen, 346 km uzunluğunda ve Sava Irmağı ile birleşen bir ırmaktır. Kaynaklarda, sularının Mart-Nisan ve Kasım aylarında arttığı ve Yugoslavya’daki bütün ırmak sistemlerinden daha fazla hidroelektrik potansiyeline sahip olduğu belirtilmektedir. Yazar, romanın ilk bölümünde bu ırmağı, Vişegrad kasabasını ve Drina Köprüsü’nü, adetâ, bir kitleye herhangi bir yerin tarihini, sosyal değişimini ve fiziksel özelliklerini anlatan bir turist rehberi edasıyla, genel bir şekilde okuyucuya tanıtır. İlk sayfa da bu nehrin ve Vişegrad kasabasının tasviriyle başlar:

Drina daha çok, sarp dağlar arasındaki dar boğazlarda ya da derin uçurumlar içinde akar. Ancak birkaç yerinde kıyıları geniş vadiler halinde açılır; her iki kıyısında da insanların yaşamasına ve tarıma elverişli, bazen düz bazen dalgalı ama bereketli ovalar oluşturur."

Yeniden elime nasıl geçti, niçin bir kez daha okumaya koyuldum bilemiyorum. Dışarısı kış kıyamet ve sokulduğum battaniye limanından Drina ile akıyorum. Başımı kaldırıp baktığım her yer sarp kayalar, dik yamaçlar. Şimdi akan, ağlayan nehrin hikayesidir.

“O düşüncemizde bile izleyemediğimiz yabancı bir dünyada yepyeni bir insan olmuş ve şüphesiz onu vaktiyle alıp götürdükleri ülkesindeki her şeyi unutmuştu. belki drina’nın vişegrad’dan geçişini yolcuların, içinde soğuktan ve korkudan titreştikleri o yosunlu, ağır salı, asık suratlı salcıyı, bulanık suların üstünde uçuşan kuzgunları da unutmuştu. ama bütün bunların bıraktığı maddi sızı, hiçbir zaman dinmemişti. Tersine; yıllar geçtikçe ve o ihtiyarladıkça artmıştı. Göğsünü ikiye bölen o siyah çizgi hayatın ona getirdiği çeşitli acı ve mutsuzluklardan bambaşka bir şeydi. İhtiyar vezir bu acılı anarında gözlerini kapar, göğsünü bıçak gibi yaran bu sızının dinmesini beklerdi. İşte yine böyle bir anında eğer uzaklarda kalan Drina’da […] ırmağın kestiği yolları bir köprü ile birleştirecek olursa belki bu acıdan kurtulabileceğini düşündü.[…]yapılması gereken taş köprünün hayali de böylece, kapalı gözlerinin önünde beliriverdi”

Eyvallah Andriç usta... İyi ki gelip bütün naifliğin ile kondun elime. Nice zaman olmuştu tadı tuzu yerinde bir eser okumayalı...

“Rüyada bile sınırlar bu kadar çabuk yer değiştirmezlerdi.”

Hiç yorum yok