Bize Söz Gerek
Medeniyet adına kıssalar fil dişi ayaklardır. Bilginin mücerred hâlden muşahhas hâle getirilmesi ve neslin inşası için vaz geçilmez bir eğitim metodudur. Kutsal kitaplar, peygamberler geleceğin dünyasını kıssalar yani genel manada anlatılar üzerinden kurmuşlardır. Şimdilerde eğitimimizde olmayan bu anlatı geleneğinin yerini dolduracak bir fiil bulamadık. Bulamayacağız da. Öğretmenler anlatacak neyi biliyor ki çocuklara akıtsın? Keşke deyimlerimiz, atalar sözlerimiz, türkülerimiz, masallarımız, hikayelerimiz yavruların zihninde tekrar filizlense. Filiz dal atar, gövde olur ki rol modeller, kahramanlıklar, coğrafyalar, rüyalar nasıl da değişir, nasıl bir dünya inşa edilir, bir bilsek.
Sözde darbül- mesel irâdına söz yok amma
Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel
Nabi
Bizden darb-ı mesel kala lakin her şeyin meta haline getirildiği bir dünyada nasıl olacak bu iş? Ah ki ah!.. Şu mesel kadar cahillik tandırında oturuyor biz:
"Musul'da, Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan içen masumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse, halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirir ve birkaç günde göçürterek zulmünden kurtulurmuş. Musul'un zarif kişizadeleri arasında, zalimlere karşı "İçtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!" demek, bir darb-ı mesel olmuş. Garip olan o ki zalim valilerin hepsi, bu sözü nezaketle söylenmiş bir dua sanıp "Allah razı ola!" cevabını verirmiş. Dilimize Osmanlı kültüründen yansıyan bu deyim de zalim yöneticiler hakkında hâlâ kullanılmaktadır."
Selamet olur inşallah.
Rahmetli Nurettin Topçu'nun çok sevdiği bir kıssa:
“Tekkelerin birer irfan ocağı oldukları bir zamanda ilk merhalede kibir ve gururu kırmak için yaptırılan çeşitli temizlik ve ayak hizmetleri müptedilerden kimine zor gelir.
Bir sabah şeyhi abdest alırken
“Hey Allah’ım, nedir bu çektiklerim” diye hayıflanır.
Bu, kalp gözü açık, uyanık şeyhe malum olur ve onu tekkeden koğar.
Tekkeyi terk eden müptedi Derviş rastgele yürümeye başlar ve akşam olduğunda uzakta bir şehrin ışıklarını görerek yoldan geçen birkaç kişiye sorar.
“Eyvallah şehridir orası” diye cevap alır. “Eyvallah dedin mi her istediğin yerine gelir ve bütün ihtiyaçların temin edilir. Yalnız bunun için üç şart var” diye eklerler
“Kul işine karışmayacaksın,
Allah işine karışmayacaksın,
yalan söylemeyeceksin.”
Bizimki şehre girmiş.
Hoş geldin demişler, eyvallah;
yemek vermişler, eyvallah, evlendirmişler, eyvallah demiş ve rahat bir şekilde günlerini geçirmeye başlamış.
Bir gün sokakta, sade giyimli bir taze ile biraz fazlaca süslü bir geçkine rastlar ve geçkini kastederek “şunun haline bak” diye içinden bir düşünce geçtiği anda kadınlar çığlığı basarlar:
“Yetişin kulun işine karışan var.”
Etraftan gelenler, ona güzel bir dayak atarak hamalın küfesinde eve yollarlar.
Her tarafı dayaktan sızlayan bizimki bu defa da “hele Allah’ım nedir başıma gelenler” der demez hamal küfesiyle beraber sırtından atar ve “Yetişin, Allah’ın işine karışan var” diye bağırır.
Etraftan toplananlardan bir güzel dayak daha yer ve evine bırakılır.
Gel gör ki talihsizlik evde de peşini bırakmaz.
“Hanım, yatıp istirahat edeceğim, beni soran olursa evde yok dersin.” dediğinde eşi pencereyi açıp, feryadı basar:
“Yetişin yalan söyleyen var.”
Son bir kere daha dayak yer ve şehirden dışarı atılır.
Bizimkine önceden söylenmeyen husus, bu şehirde herkesin düşüncesinin birbirine malum olması imiş.
Nice zaman sonsa kendine geldiğinde, gözlerini açar ve kendini şeyhinin karşısında, eski vaziyetinde, havlu tutarken bulur.
Şeyh gülümser ve “Köftehor, der, daha eyvallah şehrinde yaşamasını beceremiyorsun, bu zor işi nasıl yapacaksın?”
Şeyh kerametiyle bir anda bu rüyayı görmesini sağlamıştır.
Merhuma göre kul işine karışmamak medeni bir insanın,
Allah işine karışmamak ise “kul” olmasın vasfıydı.
Yalan söylememek ise bunların tamamlayıcısıdır.
İrfan meclisinde İlim aradım kıldım talep
İlim geride kaldı illa edep illa edep...
Kıssadan hisse gerektir.
"Rahat zahmette, zahmet rahattadır" fehvasınca sükût edelim.
Hiç yorum yok