İmge ne değildir?
Yunanca, meta: öte, aşırı ve pherein: taşımak, yüklenmek sözcüklerinin birleşmesi ile oluşmuş bir kavram olan imge (metaphor, metafor metafora), "öteye taşımak" anlamına gelir. "Öte"ye taşınan, anlam olduğu gibi, metnin okuyanı / dinleyenidir de. "Öte"nin ne olduğu ise, gerçekliğin yeniden üretilmesi şeklinde tanımlanabilir. İmgesel metin, okurunu daima gerçeği yeniden üretmeye (Jacgues Ellul'un tanımlaması ile "yeniden inşa etmeye"), onu dönüştürmeye zorlar. Metin, bu dönüştürülebilme ölçüsü ile imgesel nitelik kazanır. Dil ile anlam/lamanın ters yüz edildiği noktada imge kendisini gösterir. Ancak bu görünme somut değil, soyut bir içeriktir. Çünkü imgenin temel özelliği bir tasarım oluşturabilmesidir. Bütün oluş usta şekillendirilir. Ancak imge, dil ve anlam dışı da değildir. Belki de ikinci bir dil ve anlam arayışının bir sonucudur. Ve dil ile anlamın bakışımlı olduğu bölgede dağılan, açılan ve yayılan bir tasarımdır. İmgesel olanın aynı zamanda şiirsel olabilmesi için François Rigolot'in ifadesi ile: "düzgüleyenin dili ile düzgü çözenin dili arasında da en az (minimum) geçişliliğin bulunması zorunludur.”
İmge, bir tasarımken, sembol bir timsâldir. Sembolde göstergenin anlamı başka bir göstergeye yükletilerek verilirken, imgede göstergeden daha çok görüntülendirilmek istenen anlam ve anlamlamanın taşınması söz konusudur. İmge, bir anlamlar dizgesidir. Durgun suya atılan taşın oluşturduğu dalgalar gibi, imge de anlamları bünyesinde toplamış durgun su gibidir. Metin ya da ifadenin anlam dünyasını irdeleyen okur, bu durgun anlam denizine taş atmış olur. Okurun metin karşısındaki donanımı, suya atılan taşın hamcı ile doğru orantılıdır. Anlamın genişlemesi yahut daralması bu hacim ile ilişkilidir.
Esasen uzun tartışmaların ve uzlaşmaz şair tabiatın neticesinde gelinen nokta şudur ki şiir, şiirsel bir söyleyiş ve anlama sahip olmalıdır. Ahmet Haşim'in ille şiir, ille söyleyiş, ille sembol mücadelesi az çok bu yöndedir. Edebiyatımızda Garipçilerin şaka yollu garipliklerinde baş gösteren, "şairane söyleyişten uzaklık" yaklaşımı kısa bir süre sonra kendileri tarafından da terk edilerek ortadan kalkacaktır. Şiir için imge, insan için nefes kadar zaruridir. Ki okur her okuyuşunda ayrı anlamlar bulabilsin / yükleyebilsin. Şiirin sınırları tespit edilemesin ve okur elindeki metin ile bilgisi ve hisleri eşliğinde durmadan hareket halinde bir anlam dünyasına ulaşsın.
Şiir, somuttan soyuta akan bir nehirdir. Ne kadar soyutsa o kadar okurundur. Hayal dünyasının zapt edilemezliği şiir için de illa ki geçerlidir.
"Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye"
Her okuyan için şairin kastını da aşan anlamlar çağlayanı elde ediyorsa şiir, imge başarılıdır. "Şiir, şairin karnındadır" buyuran Arap atasözü kulağımıza şunu fısıldıyor: "Siz ne anlarsanız anlayın, şairin kast ettiği daima başkadır, aynı şeyi anlamak insan aklı, bilgisi, yaşanmışlığı... açısından mümkün değildir."
İmgeyi edebiyat dünyası ya yok sayıyor ya fazla abartıyor. Toplumcu şiir düşüncesiyle ortaya çıkanlar "içerik" payandalarını olmazsa olmaz kabul ediyor. Bir nevi imge yerine simge / sembol tercih ediyorlar. İkinci yeniler asla ayakları yere basan kelimeler kullanmıyorlar. "Üvercinka" bile bazı kelimelerin yanında masum kalıyor. Kelimelerle, cümle yapılarıyla, tamlamalarla oynuyorlar. Ne diyor üstad? "İmge ne acaba? İmge bir şeyin daha iyisi, daha kötüsü, daha gerçeği, daha gerçek dışı durumu, daha temizi, daha kirlisi, daha hafifi, daha ağırı, daha... Nasıl söyleyeyim, daha kendisi (Cemal Süreya)"
Ne yapıyoruz? Tekmiline birden şiir diyoruz. Şiir mi? Hem Birinci yeni'ye hem ikinci yeni'ye karşı çıkıyor Attila İlhan:
Toplumculuktan yozlaştırdıkları bir sanat tutumuyla imgeyi şiirden atmak isteyen Garipçilerin şiiri bir söz oyununa ve tekerleme yavanlığına düşürdüklerini savunarak imge karşısındaki tutumlarına itiraz etmiştir:
Savımız şuydu: Has sanat toplumsal sanattır, toplumsal sanat bir içlem (öz, muhteva, contenu) sanatı, söyleyecek şeyi söyleyiş biçiminden ayırmaksızın öne alan sanat... Bu durumları bilgin de ozan da deyimleyebilir, aralarındaki fark ikincisinin, estetik kategorileri içerisinde ve imgelerle deyimlemesi. İmgeler, sanatı sanat kılan specifique öğeler! Edebiyatı, hele şiiri ondan tıraşladınız mı, bir rezalet, geriye sadece laf kalır, laf da tekerlemedir, espridir, alaydır, şudur budur, gelgelelim artistique değildir.
Attila İlhan, Garip hareketinin şiirden kovmak istediği imgeyi yeniden şiire kazandırmak için mücadele verenlerin başında gelmektedir. Aslında bu yönüyle aralarında akrabalık bulunan İkinci Yeni şiiriyle arasına kalın duvarlar örmüş ve bu harekete en ağır eleştirileri yapanların başında yer almıştır. O, İkinci Yeni’ye yönelik eleştirilerini, “imgeyi boşa çalıştırarak şiiri toplumsal ve insancıl görevinden kopardıkları” iddiası üzerinde odaklaştırmaktadır: Edebiyat tarihine elbette ikinci diktanın şiiri diye geçecek olan “ikinci yeni” hikâyesinin bamteli işte buradadır. Tarih önünde sorumluluğunu bilen toplumcu bir şair ne yapar? Bu çeşit sapmalara ve kaymalara cephe alır.
İsmet Özel'in Mehmet Akif'i "bilinen manada" şair saymamasının sebebi manzumeciliği. Nazım Hikmet'i "büyük şair" ilan edenlerin göremediği de "manzumeciliği" değil midir?
Bu sorular her dönem şiire yeni bakış açıları getiren bir vazife üstlenmektedir.
Şimdi yeniden sorabiliriz: İmge ne değildir?
İmge, bir tasarımken, sembol bir timsâldir. Sembolde göstergenin anlamı başka bir göstergeye yükletilerek verilirken, imgede göstergeden daha çok görüntülendirilmek istenen anlam ve anlamlamanın taşınması söz konusudur. İmge, bir anlamlar dizgesidir. Durgun suya atılan taşın oluşturduğu dalgalar gibi, imge de anlamları bünyesinde toplamış durgun su gibidir. Metin ya da ifadenin anlam dünyasını irdeleyen okur, bu durgun anlam denizine taş atmış olur. Okurun metin karşısındaki donanımı, suya atılan taşın hamcı ile doğru orantılıdır. Anlamın genişlemesi yahut daralması bu hacim ile ilişkilidir.
Esasen uzun tartışmaların ve uzlaşmaz şair tabiatın neticesinde gelinen nokta şudur ki şiir, şiirsel bir söyleyiş ve anlama sahip olmalıdır. Ahmet Haşim'in ille şiir, ille söyleyiş, ille sembol mücadelesi az çok bu yöndedir. Edebiyatımızda Garipçilerin şaka yollu garipliklerinde baş gösteren, "şairane söyleyişten uzaklık" yaklaşımı kısa bir süre sonra kendileri tarafından da terk edilerek ortadan kalkacaktır. Şiir için imge, insan için nefes kadar zaruridir. Ki okur her okuyuşunda ayrı anlamlar bulabilsin / yükleyebilsin. Şiirin sınırları tespit edilemesin ve okur elindeki metin ile bilgisi ve hisleri eşliğinde durmadan hareket halinde bir anlam dünyasına ulaşsın.
Şiir, somuttan soyuta akan bir nehirdir. Ne kadar soyutsa o kadar okurundur. Hayal dünyasının zapt edilemezliği şiir için de illa ki geçerlidir.
"Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye"
Her okuyan için şairin kastını da aşan anlamlar çağlayanı elde ediyorsa şiir, imge başarılıdır. "Şiir, şairin karnındadır" buyuran Arap atasözü kulağımıza şunu fısıldıyor: "Siz ne anlarsanız anlayın, şairin kast ettiği daima başkadır, aynı şeyi anlamak insan aklı, bilgisi, yaşanmışlığı... açısından mümkün değildir."
İmgeyi edebiyat dünyası ya yok sayıyor ya fazla abartıyor. Toplumcu şiir düşüncesiyle ortaya çıkanlar "içerik" payandalarını olmazsa olmaz kabul ediyor. Bir nevi imge yerine simge / sembol tercih ediyorlar. İkinci yeniler asla ayakları yere basan kelimeler kullanmıyorlar. "Üvercinka" bile bazı kelimelerin yanında masum kalıyor. Kelimelerle, cümle yapılarıyla, tamlamalarla oynuyorlar. Ne diyor üstad? "İmge ne acaba? İmge bir şeyin daha iyisi, daha kötüsü, daha gerçeği, daha gerçek dışı durumu, daha temizi, daha kirlisi, daha hafifi, daha ağırı, daha... Nasıl söyleyeyim, daha kendisi (Cemal Süreya)"
Ne yapıyoruz? Tekmiline birden şiir diyoruz. Şiir mi? Hem Birinci yeni'ye hem ikinci yeni'ye karşı çıkıyor Attila İlhan:
Toplumculuktan yozlaştırdıkları bir sanat tutumuyla imgeyi şiirden atmak isteyen Garipçilerin şiiri bir söz oyununa ve tekerleme yavanlığına düşürdüklerini savunarak imge karşısındaki tutumlarına itiraz etmiştir:
Savımız şuydu: Has sanat toplumsal sanattır, toplumsal sanat bir içlem (öz, muhteva, contenu) sanatı, söyleyecek şeyi söyleyiş biçiminden ayırmaksızın öne alan sanat... Bu durumları bilgin de ozan da deyimleyebilir, aralarındaki fark ikincisinin, estetik kategorileri içerisinde ve imgelerle deyimlemesi. İmgeler, sanatı sanat kılan specifique öğeler! Edebiyatı, hele şiiri ondan tıraşladınız mı, bir rezalet, geriye sadece laf kalır, laf da tekerlemedir, espridir, alaydır, şudur budur, gelgelelim artistique değildir.
Attila İlhan, Garip hareketinin şiirden kovmak istediği imgeyi yeniden şiire kazandırmak için mücadele verenlerin başında gelmektedir. Aslında bu yönüyle aralarında akrabalık bulunan İkinci Yeni şiiriyle arasına kalın duvarlar örmüş ve bu harekete en ağır eleştirileri yapanların başında yer almıştır. O, İkinci Yeni’ye yönelik eleştirilerini, “imgeyi boşa çalıştırarak şiiri toplumsal ve insancıl görevinden kopardıkları” iddiası üzerinde odaklaştırmaktadır: Edebiyat tarihine elbette ikinci diktanın şiiri diye geçecek olan “ikinci yeni” hikâyesinin bamteli işte buradadır. Tarih önünde sorumluluğunu bilen toplumcu bir şair ne yapar? Bu çeşit sapmalara ve kaymalara cephe alır.
İsmet Özel'in Mehmet Akif'i "bilinen manada" şair saymamasının sebebi manzumeciliği. Nazım Hikmet'i "büyük şair" ilan edenlerin göremediği de "manzumeciliği" değil midir?
Bu sorular her dönem şiire yeni bakış açıları getiren bir vazife üstlenmektedir.
Şimdi yeniden sorabiliriz: İmge ne değildir?
Hiç yorum yok