İhtilâlin Çocukları
Geceydi. Gözlerimi açtım. Dışarıdan bir ihtilal sesi geliyordu. Bağırışlar, çağırışlar, feryad ü figanlar, birbiri ardına patlayan bombalar, pejmürde bir vaziyette bırakılan ve fırlatılan bedenler…
Ne oluyor demekle kaldım, açtığım pencereden içeri toz – toprak ve kokusu ile ihtilal kendini buyur ettirdi, baş köşeye geçip oturdu.
Bizde de vardı kabahat aksini inkâra luzüm yok; gelip oturmuş, bir ev, bir bahçe kondurmuşuz ihtilalin yolu üzerine. Cahillikti, hesaplamamıştık; lakin bırakıp gidecek halimiz de yoktu bu saatten sonra. Onunla yaşamayı, onu bilerek, görerek yaşamayı önce öğrenecek sonra kabullenecektik.
Geceydi. Gece yani Ahmet Haşim’in rengi her şeyi değiştiriyordu. Bir sığınma gereği hissetmemesi rağmen bu kez gece gelmişti ihtilal. Gümbür gümbür. Heyulalarla. Öfkesiyle. Muhteşemliğiyle. Kim durabilirdi önünde? Mümkün değildi.
Önce “ben geldim” dedi; sonra en ücra mekanlara ulaşıncaya değin gelişini gösterdi. Görenler “bu ne kutlu, bu ne şerefli bir geliş” demek zorunda kaldılar. Bile isteye saygı makamına taşındılar, mübarek eteklerinden öptüler ihtilalin.
İhtilal, adım adım şiddetlendi. Yoldaşlarını topladı bir anda yanı başına. Kara, kocaman, kül rengi bulutlar bir o yana bir bu yana zahmetsizce savruldu. Güzle sararan, daldan düşmek için bahane arayan sarı yapraklar – ki en heveslileri cevizdi – ihtilalin koynuna girip temren oluverdi, gürz oluverdi, top oluverdi. Dünyayı gören gözlerimiz, pencerelerimize güm güm saldırdılar gecenin içinden. Yeni, taze, nazenin fidanlardan koskoca ağaçlara kadar hepsi tevazu ile, saygı ile ihtilal boyunca hürmette kusur etmediler; başları daima eğik, hatta hep rüku makamında, ihtilalin haşmeti karşısında çırpınıp durdular. İhtilalin yere değen eteklerinden savrulan toz – toprak, Allah Rasulü’nün gözlere attığı toprak gibi bütün gören gözlere, bütün kainata yerleşti.
İhtilal bir zerre idi artık.
Devasa bir zerre.
Sevgilinin ülkesinden kopup gelen ihtilal, onun saçlarına değdiği, onun kokusunu getirdiği için ta yürekten kabul gördü. Çünkü o, sevgilinin saçı ile hemhal olmuştur, onunla oynamıştır ve mutlak ona aşıktır. O, sevgilinin yüzüne, saçına, ayak tozuna sürünmek bahtiyarlığına erişmiştir. Bu bakımdan bütün aşıklar, ihtilali sever; onu haberci, bahar muştusu gibi karşılarlar.
İhtilal, sabaha kadar “sarsar” oldu; “Kara yel” oldu; “Lodos” oldu. Ziyaret etmedik makam ve kimse koymadı, gezdi, durdu. Ayrılıp giderken “rahmetinin önü sıra müjdeci olarak gelen” kelimeleri, ihtilalin çocukları tarafından kutsanıyor, berrak ve mübarek sularla mahyalanıyordu.
İhtilal, yerini “İhtilalin Çocukları”na bırakmıştı.
Ne oluyor demekle kaldım, açtığım pencereden içeri toz – toprak ve kokusu ile ihtilal kendini buyur ettirdi, baş köşeye geçip oturdu.
Bizde de vardı kabahat aksini inkâra luzüm yok; gelip oturmuş, bir ev, bir bahçe kondurmuşuz ihtilalin yolu üzerine. Cahillikti, hesaplamamıştık; lakin bırakıp gidecek halimiz de yoktu bu saatten sonra. Onunla yaşamayı, onu bilerek, görerek yaşamayı önce öğrenecek sonra kabullenecektik.
Geceydi. Gece yani Ahmet Haşim’in rengi her şeyi değiştiriyordu. Bir sığınma gereği hissetmemesi rağmen bu kez gece gelmişti ihtilal. Gümbür gümbür. Heyulalarla. Öfkesiyle. Muhteşemliğiyle. Kim durabilirdi önünde? Mümkün değildi.
Önce “ben geldim” dedi; sonra en ücra mekanlara ulaşıncaya değin gelişini gösterdi. Görenler “bu ne kutlu, bu ne şerefli bir geliş” demek zorunda kaldılar. Bile isteye saygı makamına taşındılar, mübarek eteklerinden öptüler ihtilalin.
İhtilal, adım adım şiddetlendi. Yoldaşlarını topladı bir anda yanı başına. Kara, kocaman, kül rengi bulutlar bir o yana bir bu yana zahmetsizce savruldu. Güzle sararan, daldan düşmek için bahane arayan sarı yapraklar – ki en heveslileri cevizdi – ihtilalin koynuna girip temren oluverdi, gürz oluverdi, top oluverdi. Dünyayı gören gözlerimiz, pencerelerimize güm güm saldırdılar gecenin içinden. Yeni, taze, nazenin fidanlardan koskoca ağaçlara kadar hepsi tevazu ile, saygı ile ihtilal boyunca hürmette kusur etmediler; başları daima eğik, hatta hep rüku makamında, ihtilalin haşmeti karşısında çırpınıp durdular. İhtilalin yere değen eteklerinden savrulan toz – toprak, Allah Rasulü’nün gözlere attığı toprak gibi bütün gören gözlere, bütün kainata yerleşti.
İhtilal bir zerre idi artık.
Devasa bir zerre.
Sevgilinin ülkesinden kopup gelen ihtilal, onun saçlarına değdiği, onun kokusunu getirdiği için ta yürekten kabul gördü. Çünkü o, sevgilinin saçı ile hemhal olmuştur, onunla oynamıştır ve mutlak ona aşıktır. O, sevgilinin yüzüne, saçına, ayak tozuna sürünmek bahtiyarlığına erişmiştir. Bu bakımdan bütün aşıklar, ihtilali sever; onu haberci, bahar muştusu gibi karşılarlar.
İhtilal, sabaha kadar “sarsar” oldu; “Kara yel” oldu; “Lodos” oldu. Ziyaret etmedik makam ve kimse koymadı, gezdi, durdu. Ayrılıp giderken “rahmetinin önü sıra müjdeci olarak gelen” kelimeleri, ihtilalin çocukları tarafından kutsanıyor, berrak ve mübarek sularla mahyalanıyordu.
İhtilal, yerini “İhtilalin Çocukları”na bırakmıştı.
Hiç yorum yok