Şiir çıksın resmimden
“Merhum orta boylu, kırmızı yüzlü, kalın kaşlı, iri elâ gözlü, burnu büyükçe ve ucu aşağıya mail, cebhesi geniş ve başının arkası çıkıntılı idi.”
Resmini yaptırmaktan kaçınan veya fotoğrafı temin edilemeyen zatlar için de portre çalışması yapılmış. Yalnız bir farkla. "Tanıyanlar söylediler" zeylini düşerek. Mesela Musa Kazım Paşa için de şunları söyler üstad:
“Paşa evladının musırrane recalarına rağmen resmini yaptırmamıştır. Orta boylu, seyrek sakallı, vücudü zayıf olduğunu, tanıyanlar söylediler.”
Fotografın Osmanlı hududundan içeri girmesi geç, yaygınlaşması zor bir haldir. Teknolojik olarak zahmetli bir mecrası vardır fotoğrafın. Az yerdedir. Dini kaygılar taşır ve 1930'lu yıllara gelinceye değin resmi evraklarda fotoğraf isteme mecburiyeti olmaması yaygınlaşmasına manidir. Bu sebeplerle olsa gerek şair ve yazarlarımızın kendi fotoğrafları için özel mısralar yazmaları küçük çaplı bir gelenek halini almıştır. Ayrıca edebiyatçıların birbirlerinden istediği üç önemli şey vardır: Kitap, mektup ve fotoğraf. Fotoğrafa verilen değerin önemi ve büyüklüğü mektuplarda sıklıkla dile getirilir. Tevfik Fikret ve özellikle Abdulhak Hamit’in mektuplarında bunun örneklerine rastlıyoruz. Süleyman Nazif, Tevfik Fikret’ten şu satırlarla fotoğraf ister: “Arza cüret edemiyorum. Tasvirinizi pirâye-i âveng-i teabbüd etmek âmâlimin en büyüklerindendir.”
Abdülhak Hamit’in mektuplarında da fotoğraf gönderme konusu sık sık dile gelir. Namık Kemal ondan fotoğraf istemiştir. “Bir resmimi istemişsiniz, teşekkür ederim. Fakat olan resimlerim bundan üç sene evvel aldırttıklarımdır. Üç seneden beri aldırmadım. Yakında çıkartıp gönderirim.”
Safahat okurları şu şiiri mutlaka görmüş, bir anlık da olsa üzerinde tefekkür etmişlerdir:
Resmimin Arkasına
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiçbiri yok!
Sen mi kaldın, yalnız kaafileden böyle uzak?
Postu sermekse merâmın yola, serdirmezler;
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak.
1935
Üstadın bir başka şiiri şöyledir:
Resmim İçin
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?
Şair Eşref aksi adam olduğunu resim arkası kıt'asında da ortaya koyar:
Hayret ettim aldırınca resmimi,
Ben miyim bu, bilmedim ben, siz bilin.
Aslına uymazsa tasvîrim n’ola,
Giydiğim gömlek emânet, fes elin.
Az olan değerlidir. Bir zamanlar resim aldırmak, fotoğraf çektirmek, resmin arkasına şiirler yazmak, eşe dosta mektuplar gönderip resimlerini istemek şimdi çok uzak alışkanlıklar halini almıştır. Her yerde resim. Herkeste resim. Facebookta insanlar mahrem hayatlarını deşifre edecek raddede resimlerini yayınlamakta bir sakınca görmüyorlar. Böyle mi olmalıydı? Zamanın gereği mi diyeceğiz şimdi? Ne yapalım çekmeden duramıyoruz ve paylaşıyoruz, hem ne var bunda mı demeliyiz? Bilemiyorum.
Üniversitede öğrenci iken Konya'da yapılan Yazarlar Birliği şiir şöleninde Sedat Umran'la epeyce hasbihal etmiştik. Üstad bir ara koynundan çıkardığı cüzdanından uzun uğraşlar sonucu siyah beyaz bir resim bulup gösterdi bana. "İşte" dedi, "Bütün şiirlerimin sahibi..." Bir bayana aitti resim. Şairimiz, kutsal bir emanet olarak bakıyordu resme.
Resmi ne hale getirdik? Aşkı bayağılaştırdığımız gibi şiiri ve resmi alelade görüyoruz şimdi. Modern zamanlar buraya da el attı a dostlar!... Moderniz, mosmodern ve postta serili mod-ern.
Bir resim aldırayım ol vakit. Şiir çıksın pozdan.
Hiç yorum yok