Göğe bakma arzusu
Eli kolyesindeki haçta.
Belki dua ediyor.
Ölümün çığlığı artık derinden gelmiyor, yanı başında, kulağının dibinde. Anne şefkatiyle eğilmiş çocuklarının üstüne. Yapabileceği tek şeyi yapıyor, ağlıyor. Belki dua da ediyor, dudakları kıpırdamıyor ama dua ediyor belki, eli boynunda salınan haçta.
Elinde haç.
Kendisine ölümü ve korkuyu ve acıyı getiren haç hâlâ bir umut onun için.
Kendisine haç taşıyan insanlar bütün yer altı ve yer üstü varlıklarını uçaklarına, gemilerine, kamyonlarına yükleyerek gittiler. Geride bıraktıkları en acı realite kardeş düşmanlığı. Sen ve ben diye ayrışıp birbirlerini binlerce yıllık düşmanlar gibi öldürmeye koyuldular.
Renkleri kara idi.
Kaderleri kara.
Elinde haç ile gelen beyaz adam, ölümleri umursamadı.
Katiller, umursamaz insanlar olmasalar öldürebilirler mi?
Bir çocukta ölüm umarsız duruyorsa eli palalı deridaşında insan kavramı göğe çekilmiştir.
Ölümlerden kâr uman haberciler ölüme nefretle bakıyor:
- Sence bu görüntüleri akşam haberlerine yetiştirebilir miyiz?
- Yetiştirsek ne değişecek ki? İnsanlar “aman Allahım ne kadar korkunç” diyerek başka bir kanala geçecekler…
Kanal değiştirmekle ölümler bitmeyecek. Belki daha şiddetlenecek. Belki boynundaki haç daha zalim kanatacak dünyayı.
Beyaz adama şemsiye tutacak siyah derili kardeşim. Kendisi yağmur ve ölüm altında, beyaz adamı koruyacak. Boynunda haçı ile saygıda kusur etmeyecek efendiye. Eline vurup ekmeğini alan beyaza şemsiye tutacak... Kocaman bir şemsiye.
Şemsiye Ruanda'da, Bağdat'ta, Keşmir'de, Somali'de, Kenya'da, Paris'te, Brüksel'de... Şemsiyenin altında beyaz adam, kendinden emin, umarsız maskesi yüzünde. Her adımda yeni ölümler, yeni acılar, yeni haçlar...
Eller haça dokundukça kimse suya ulaşamayacak, acı.
Kimse, yerlerdeki ölümlerden göğe bakma arzusu duymayacak.
Gökler kapalı.
Ölüm karanlık.
Dünyanın neresi Batı, neresi doğu?
Hiç yorum yok