Akif Tasavvurları
Her şair, yazar, sanatçı ve düşünür hatta her insan portresi biraz da yazamadıklarıyla, yapamadıklarıyla tamamlanır. Hatta belki de yazamadıkları yazdıklarından çok daha fazla kendisidir, kendi portresinin dışa vurmamış en önemli çizgileridir. Bu durum Akif için de fazlasıyla geçerlidir.
Asım anlatıyor:
Hastanede bir gün üstadla konuşuyorduk. Ben dedim ki:
- Üstad, sen edebiyat
tarihinde kendine abide yapmış bir adamsın. Cihan durdukça senin şiirlerin
yaşayacak ve o şiirler seni yaşatacak. Fakat isterdim ki Ahmed Naim, Hüseyin
Kâzım, Süleyman Nazif gibi senin sevdiğin bir kaç zat da senin lisanınla, senin
kaleminle yaşasın. Vakıa bunlar kendi eserleriyle yaşayacak adamlardır. Ancak
Akif'in kalemi onları eserlerinden daha ziyade yaşatır, zannederim.
- Senin düşündüğün
gibi değil amma benim bunları yazmak vazifemdir. Bu husustaki tasavvurum,
Asımın ikinci kitabında onları söyletmektir. Asım'da Köse İmam ne ise Asımın
ikinci kitabında da Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım, Süleyman Nazif o olacaktır.
Kendi felsefelerini, kendi düşüncelerini yine kendileri söyleyecektir.
- Anlaşıldığına göre
bu eseriniz çok ehemmiyetli olacak.
- Bu eserde bilhassa
İstiklal harbini tasvir edeceğim. Çünkü İstiklâl harbi henüz yazılmış değildir.
Üstad bunu söyledikten
sonra biraz durdu. Gözlerini meçhul bir noktaya dikti. Bir şey daha söylemek
istediğini hissettim. Hiç bir şey söylemedim. Ne diyeceğini bekliyordum. O
söyleyip söylememek hususunda mütereddid bir an geçirdikten sonra bana döndü ve
ilave etti:
- Asım, İstiklâl
harbini yazmak da benim selahiyetim dahilindedir. Ve bana teveccüh bir
vazifedir. İnşaallah biraz iyileşince ilk işim budur.
Akif in çok sevdiği
dostu Süleyman Nazif in ölümünden sonra Onun için bir mersiye yazmayı
istiyordu. Hastalığı da, ömrü de buna imkan vermedi.
Akif in bir rüyası ve
tasavvuru da İspanya ve Hindistan'a gitmek, bu seyahatini ve intibalarını
şiirleştirmek istiyordu. Bu arzusunu Mithat Cemal'e gönderdiği mektupta şöyle
anlatır:
"... Nasip
olursa nisan ayı içinde İspanya'ya giderek Elhamra harabesini görmek... Sonra
İstanbul'a gelmek gibi tasavvurlarda bulunuyorum. Zannederim çok iyi bir şey
olacak. Meşhudatımı yazar, bir manzume vücuda getiririm. Bir Müslüman şair için
o havaliyi, o asarı ziyaret etmemek doğru değil... Hayırlısıyla bu seyahat
tahakkuk eder, sonra ihtisasatımı nazma da muvaffak olursam çok sevineceğim...
Gelecek kışa Himalaya dağlarına çıkarak, Ganj nehri vadilerinde dolaşarak öbür
bahara Hind şiirleri yazacağım."
Ne yazık ki bu
projeleri de gerçekleşmedi.
En büyük arzularından
biri de Hazret-i Muhammed'in hayatını ve Veda Haccı'ndaki son konuşmasını
yazmaktı. Bu projesini ise şöyle ifade ediyor:
"-Mekke'ye gideceğim.
Ilk ayetin nazil olduğu Hirâ mağarasını göreceğim: bu, şiirime mukaddime olacak
ve manzumemde Peygamber'in bütün hayatını yazacağım, sonra da son
hutbesini."
Kader buna da imkân
vermedi.

Hiç yorum yok