Takvimler yazar biz inanırız
Kar geliyor, afet, kar engeli, ulaşım durdu, mini buzul çağı, nehirler taştı...
Haberlerden üzerimize boca edilen felaket haberlerine ve korku mesajlarına kulak kesilmişken sarı sayfalardan yüreğime buyur ettiğim cümlelerle biraz daha kem baktım biz, modernizmin esirlerine:
"Şehirler mevsimleri unutmuştur. Mevsimler değişir de kimsenin haberi bile olmaz. Çünkü onlardan bir haberci, bir işaret yoktur şehirlerde. Şehrin kendine has akışı, yapıları, kurumları, ciddiyeti, hırpani soğukluğu ve öldüren kalabalıkları bahara ve onun işaretçilerine gelecek yer bırakmamıştır. Yalnız bahara mı? Bütün mevsimlere... Mevsimlerin değiştiğini takvimlerden izler şehirliler. Ne gülünç değil mi? Kış, bahar, yaz ve sonbahar... Nelerle gelir bunlar, ortalığı nasıl değiştirir, dünyayı hangi renklere boyar... Takvim sayfalarında “Baharın ilk günü, kış başlangıcı” filan yazar... Siz de inanırsınız."
Takvimler yazmadan nasıl bilinir mevsimler?
Kokusundan. Soğuğundan. Sıcağından. Rüzgarından. Tadından...
Mesela;
Bir haftası kaldı gücük'ün sahne alması için. On beşi yaz on beşi kış olan gücük, kışın son hamleleridir. Kah kıştır kah bahar. Yaşar ve görürsün. Şahit olur ve bilirsin. Adı tecrübe olur. Yeter ki bak ve gör.
Sonra bahar!..
Ne hoş gelir kulağa "bahar." Çiçektir, diriliktir, aşktır, mucizedir, özgürlüktür, özlemdir...
Nasıl bir özlem bu?
Şehirde bahar yaşar mı ey dostlar?
Şehirde "bahar"ın esamesi okunur mu?
Kar ve kış, güneş ve yaz, yeşil ve bahar, güz ve sarı neler varsa takvimlere girmeyen metinsiz bildiriler olarak okumayı bilenlere selam dura dura gelip geçer, söyler susar...
Bilen bilir.
Israrcı değildir.
Hiç yorum yok