Siyah Beyaz Haydarpaşa
Bizim siyah beyaz filmlerimiz Haydarpaşa’dan başlardı. Biz siyah beyaz bir film ile bilirdik Haydarpaşa’yı… Biz yani taşralılar ellerimizde tahta bavullar, başımızda rengimizi saklayan terekli şapkalarımız ve asla ütü ile tanışık olmayan rengarenk libaslarımız ile Haydarpaşa’nın acıya, garipliğe, yalnızlığa ve illa hasrete açılan kapılarından çıkıp şaşkınlık pozuna boyandığımız merdivenlerinden inerken başımız üstündeki acayip kuşlardan vapurların telaşlı çığlıklarına, boğazımızı sıkacak sandığımız kalabalıktan İstanbul silüetine varıncaya kadar her birinin kulağımıza eğilerek kâh fısıltı ile kâh feryad kopararak gri renklerin acımtırak lisan-ı hâlini suratımıza yapıştırdığını görür, bundan sonra elimizde gençlikten kalma kıymık yarası ile daha fazla meşgul olacağımızı bilirdik.
Çünkü biz taşralılar için Haydarpaşa yolun nihayetinde duran acıdan münhal bir yapı idi kısık gözlerin ardında kalan. Sonra Haydarpaşa bir dönüşe rahm olmazdı biz taşralılar için. Hep o filmlerin suçu idi bu da!.. Hiç o siyah beyaz filmlerde bir civanmerd “Taşın da toprağın da senin olsun İstanbul” isyanına kalkışıp taşranın tozlu ve sıla desenli yollarına düşmezdi Haydarpaşa’dan. Biz İstanbul’a isyan edilmeyeceğini, İstanbul’a saygısızlığın büyük günah olduğunu bu filmlerden öğrendik. Canımız yandıkça sustuk. Dilimiz şiştikçe “ya sabır” ilmekleri attık. Memleketten birisi görmesin hâlimizi diye tenha otel odalarından başımızı ne karanlık sokaklarına çıkardık İstanbul’un ne kaldırımlarına düşürdük gölgemizi. İstanbul’u biz Haydarpaşa’dan ibaret bildik. Meğer onun da canı yanar, gözlerinden yaş dökermiş. Geç bildik.
Hiç yorum yok