İçimizde Çoğalan Aydınlık
Hışırtıları kesildi kapıların.
Dünya şimdi haller içinde bir hâl bürünüverdi; menfiyi önüne katarak elsiz ayaksız mekanlara sürükledi.
Sükût.
Bir dua kadar gerekli.
Sabır.
Yeniden dolduruluyor içi iki emanetin, iki pırlanta kelimenin: Sükût ve Sabır.
Sabır.
Sükût.
Ve…
İnsanın “kendi” berrak mıntıkasına dönüşü bu kelimeler.
Ama illa bir üst başlık içinde yeniden ele alınmalı, yeniden taze ağızlardan dillendirilmeli, tekrar belleklere kazınmalı, bir daha abdestli yüzlerin paklığı ile cennet ilhamına ram kılınmalı.
Oruçlu sinelerde açmalı sabır ve sükût .
O zaman, hatta her zaman, asla korkma.
Soluk, sabır alıp sükût verir.
Hamd makamında.
Sonra göz halının desenine dalar ve dil üst damakta, yürek kıpır kıpır; sanki cennete düşmek üzre:
Sahur sofrasına gelen melekler iftara da kalsa;
İftar sofrasında “sevinç” vuran kalplerimiz meleklere uzansa;
Bir yetim gülse;
Bir çocuk oruçla koşsa yeryüzünde;
Bir baba başını okşasa yavrusunun, melekler sırtını sıvazlasa;
Hasret yaranı bir dost konuverse su başına;
Yollar hep cennete çıksa;
Bizi yollar sevaba bıraksa…
Sabır.
Sükût.
Ve…
İçimizde çoğalan aydınlık, oruçtan başkası olamaz.
Olumsuz cümleler dahi ikindi gölgelerinde yıkanır da sabır ile sükût gölgeler arasından sevaba dayanır.
Orucu sır, sırrı dua, duayı kabul…
Bu makam insanî olanın nuranîye hicret güzergahıdır: Nur’un âlâ nur’dur. İki kanadın eş zamanlı aksülâmelidir. Bir çocuğun ilk adımı kadar mübarek ve müstesnadır.
Armağanlarınla hoş geldin ramazan.
Masumiyet libasları üzerimize ne de yakıştı, görüyor musun?
Sabır.
Sükût.
Ve…
Hamd.
Hiç yorum yok