Dünyanın Kalbine Seyahat – 3

Ayrılık acısı çöktü içimize. Adımlarımız daha bir yorgun ve aklımız bir çırpıda geçen zamanı anlamakta müşkülat çekiyor. Daha yeni gelmiştik gibi bir his dolaşıyor zihnimizde. Lakin her başlangıcı olanın bir sonu mutlaka vardır. Son kez tavaf ediyor, son kez mübarek Kabe’ye dokunuyor, son kez Hacer’ül Esved’i selamlıyor ve son kez Makam-ı İbrahim’de namaz kılıp hesaba kitaba gelmez bir duygu deryası içerisinde veda ediyoruz. Dualarımız hep tekrar kavuşmak üzerine…



İkindi’ye yakın yola revanız. Onlarca kişi… Herkes aleminde. İdrak “Hicret” ile “an” arasında gidip geliyor. Namaz için kısa fasılalar dışında daim yol alıyoruz. Trafik levhalarında Medine mesafesi gittikçe düşüyor, ateşimiz gittikçe yükseliyor. Medine’ye yöneldiğimiz zamandan beri Resulüllah (s.a.v)’e salat ve selam okuyor dilimiz, kalbimiz eşlik ediyor. Kontrol noktaları, şehrin ışıkları, yavaşlama… Uzun bir yolun nihayetinde minarelerinin ışıklarını görüyoruz: İşte Mescid-i Nebevi…

Esselamu aleyke ya Resulullah

Selam Sana ey Allah’ın Resulü, Selam Sana ey Allah’ın Nebisi, Selam Sana ey Allah’ın sevgilisi, Selam Sana ey Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı, Selam Sana ey Allah’ın dostu, Selam Sana ey peygamberlerin efendisi ve peygamberlerin sonuncusu, Selam Sana ey iki cihan nuru olan lider. Selam Sana, selam temiz ve pak aile efradına. Selam Sana, selam müminlerin anneleri temiz ve pak eşlerine. Selam Sana, selam bütün ashabına. Selam Sana, selam Allah’ın diğer salih kullarına. Ümmetine Peygamber ve Resul olarak Allah, Seni en üstün mükafatla mükafatlandırsın. Seni zikredenlerin her zikrinde ve Seni zikretmekten gafil olanların da gafletinde Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Şehadet ederim ki; Sen, Allah’ın kulu, elçisi, emini, yaratıklarının en hayırlısısın. Şehadet ederim ki; Sen, Allah’ın risaletini tebliğ ettin, emaneti yerine tevdi ettin, ümmetine öğüt verdin ve Allah yolunda büyük bir gayretle cihat ettin....

Salat ü selamlarla Mescid’e Babüssleam kapısından giriyoruz. İlk anda göze çarpanlar yine sütunlar, sütunlar… Kubbe-i Hadra’nın altına yaklaştıkça nefes almakta zorlanıyor, heyecanımızı kontrol edemiyoruz. Dua, gözyaşı, acz, hasret… Karşımızda İki Cihan Serveri, Ebu Bekir Sıddîk, Ömer’ül Faruk… Hayır karşımızda değil, onlar orada ama biz yokuz; biz eridik, utandık, toprak olduk… Yüzümüz kızardı, haya ettik. Sadece ağladık, ağladık… Ten kafesi hıçkıra hıçkıra ağladı. Şefaat diledi dil susarak. Ağladı göz kanayarak. Titredi beden yanarak… Kalp yekpare heyecan…

“Vefatımdan sonra beni ziyaret eden, beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir.”

Esselamu aleyke ya Resulullah, esselamu aleyke ya Nebiyyallah, esselamu aleyke ya Habiyballah, esselamu aleyke ya hayra halkullah, esselamu aleyke ya Savfetullah, esselamu aleyke ya Seyyidi’l-murselin ve hâtimi’n-nebiyyin..

Peygamber Efendimizin “cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak nitelendirdiği mekanda “şükür” ile hemhaliz.

Medine Mekke ile kıyaslanmayacak iklim ve arazi özelliklerine sahip. Düz bir yerleşime sahip olduğu için geniş caddeleri, yeşillendirilmiş orta refüjleri, yapay da olsa çağlayan suları var. Şehrin kalbi olması gerektiği gibi Mescid-i Nebevi… Mekke’de, Kabe etrafında olduğu gibi çok yüksek binalar, inşaatlar yok. Belki henüz yok demek daha doğru olacak. Oteller hep Mescid-i Nebevi’nin etrafında ve belli bir düzen içerisinde.

Toplam üç günümüz kalmıştı. Cuma’ya kadar zamanımızı (ki dönüşümüz cumartesi idi) Mescid-i Nebevi’nin içinde, yanında, göz mesabesinde dua ile, salat ü selam ile, tefekkür ile değerlendirmeye çalıştık. Cuma namazı öncesi Kuba, Cuma, Kıbleteyn mescidleri, 7 Mescidler ve Uhud ziyaretlerini gerçekleştirdik. Mescid dışında, bu şehir ve madde dünyasından biraz uzak kalmak için Efendimiz aleyhisselamla ilgili mekanları ziyareti tercih ettik. Lakin bir başka yazı konusu olması gereken bir vaziyet ile karşı karşıya kaldık. Şöyle ki: Suudilerin gerekçeleri “ifrata kaçılması”, sonucu, Kuba, Kıbleteyn ve Cuma mescitlerinin yerine yeni ve büyük mescitler inşa edilmiş… Uhud ve Baki mezarlıkları dümdüz bir saha ve hangi mezar kime ait belirsiz. Hendek gazasının gerçekleştiği bugün 7 Mescitler diye anılan yerdeki Efendimizin ordu karargahının en azından mekanları belli. Efendimiz dönemine ait bu güne kadar tabii olarak muhafaza edilmiş tek mekan ise "bir dağ ki o bizi biz de onu severiz" buyurduğu Uhud Dağı.

Suud yönetimine kızarken aklımıza Arafat’taki dikili beyaz taş geldi. Taşın üzeri rengarenk kalemlerle insan kolu uzanabileceği yüksekliğe kadar imzalı, isimler yazılı… Hira Mağarası’ndaki ve çıkış boyu dağ üzerindeki taşlar boyalı, yazılı… Eğer azıcık müsamaha edilse Kabe’yi örtüsünden başlayarak tar ü mar eder ümmetin cahilleri… Suudilerin yaptıklarını buraya bakarak haklı göstermek filan istemiyorum, elbet orijinal hali olmasa da “eski” vaziyet korunabilir, yaşatılabilirdi. Öyle ki Allah Resulü’nün zamanından kalma tek Uhud Dağı var ifadesi olayın vehametini izaha yeter sanırım.

Medine... İsmi gibi güzel ve hatıralı şehir. Medine ile adaş ablamızın ifade ettiği gibi "beyaz şehir". Sükunet orada, teslimiyet ve teselli orada, merhamet orada, huzur orada... Ama yalnız Mescid-i Nebevi ile sınırlı. Tıpkı Kabe'nin içi ile dışı arasındaki deryalar gibi... Mekke dedikçe Kabe ve Medine dedikçe Mescid-i Nebevi'den başka bir şey hatırımıza gelmiyor.

Medine, seni "Talaal bedru" söyler bir şekilde hayal ediyorum. Medine, Allah'ın Peygamberi ile ne de güzelsin...

Salat ve selam Efendimiz'in üzerine olsun.

Hiç yorum yok