Delinâmeler - 3

ONBİR

uzaklardan pancar yüklü kamyonlar geçiyor. her birinin kendine has  çığırtkanlığı var. Her birinde ayrı bir intizar. yüreğimden de bir dolu  intizarla, bitmek - tükenmek bilmeyen isyanlarla hatıralar geçiyor.  bakışlarımı saklayacak bir gölge, bir kuytu umursamazlık yok. masamın  üzerini kaplayan yazı makinem, kalemliğim, kitaplarım ve kültablası...  ne varsa müjganından acılı oklar fırlatan ayna oluyor. bir felçli kadar  çaresizim.

radyoda unutulmaya yüz tutmuş eski bir rast şarkı çalmaktadır.  telefonla, annemin yine hastalık izleri taşıyan sesi duyulmuştur. kar,  geç de olsa düşmüş daha odun - kömür alınamamıştır. ödeyemediğim  kiralaradan dolayı ev sahibi, eşyalarımı kapının önüne koymaya  hazırlanmıştır. sigarasızımdır ve aşk nedir bilmeyen kervanların uğrak  verdiği pazarım, kap-kaççılar tarafından zabt-ı rabt altına alınmıştır.  gecelerime kan damlatan sarhoşlar da benden kurtulmanın yolunu  bulmuşlardır.

“çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil”

çünkü ben aynalarımı kırmak üzereyim. “eh-i dil” umurumdan çıkalı çok  olmuştur. benim yârim, benim dostum yoktur. ben çatlamış toprağın,  kırılmış dalların oyuncağı olmayacağımdır.

bir adım sonra...



ONİKİ

geçmişe yapacağım zeyl; can sıkıntısı, ukde, heyheyler değil, mutlu  insanlar fotografhanesinden alınacak, tebessüm eden siyah - beyaz bir  tasvir yazısıdır.

ONÜÇ

insanlar alçak.
şüpheli bakışların, tebeşir tozu gibi üzerime bulaşmasından  tiksiniyorum. ev sahibinden bir muhtıra daha aldım. bekar olduğum için  eve misafir getirmemeli, görüşmelerimi dışarda halletmeliymişim. burası  mutaassıb bir yermiş. ağzımı açtım, fakat gözümü yumamadım. halbuki ne  çok isterdim, her gün traş olmaktan paçavraya dönmüş suratına  tükürürcesine. bak kardeşim demeyi, “-bak kardeşim, hayatımda birçok yer  gezdim, bu kadar kahvehaneyi, bu kadar tekel bayiini bir arada  görmedim. kadınlarınız şireli, kızlarınız sülük gibi bakıyor.  akşamlarınızı, belki siz duymuyorsunuz ama sarhoş naraları ve serseri  döğüşleri götürüyor. çok mutaassıb bir yer de niçin her tarafta kale  kapıları, çifter çifter kilitler var? sabah yedide çıkıp akşam beşte zor  geliyorum eve. birkaç arkadaşım mı rahatsız ediyor. yaşın gelmiş  altmışa. kızın yok, gelinin yok. benim zaten hiçbirinde gözüm yok.  mektuplarımı, telefonlarımı bilseniz çıldırırsınız her hal...”

- hocam, hikâye girişi hiç böyle olur mu?

sınıfın en arkasında oturan ve vırt-zırt her şeyden çıkan kız canımı sıktı. bunun, hikâye olduğunu ona kim söylemişti ki? kalk ayağa dedim. söyle:

- hikâyede vak’a olur. bu, giriş-gelişme ve sonuç bölümleri ile  ve ustalıkla anlatılır. görülen geçmiş zaman ile birinci şahıs ağzından  anlatılan hikâyeler daha sürükleyici olmaktadır ve...

zil çaldı. sınıftan çıkmadan sigaramı yaktım. koridorda müdür  yardımcısı muttalib bey’le karşılaştık. ters ters baktı. dumanı sertçe  üfledim ardı sıra. diğer sınıftan çıkan mete bey, yine sarı zarf geliyor  galiba, dedi. bir sigara da ona uzattım.

havalar birden bire soğudu. odanın bir köşesinde ‘süs’ ve ‘sehpa’  vazifesi gören soba, bön bön suratıma bakıyordu. odun-kömür alamayışımın  sebebini anlatsa mıydım? belki üç-beş kuruş arka bile çıkardı. delirme  oğlum, dedim. kalktım. ocak yaklaşıyordu ve ben havaların ısınacağını  biliyordum. hayal ediyordum anlayacağınız. spor olsun için sobayı  söktüm. boş odaların birine, gözden ırak bir noktaya kaldırdım...

Hiç yorum yok