Son Yazılar

Bizim Mahallenin Delikanlısı: Tarık Tufan

Okulların tatil olduğunu bile bile, kim, sabah gün ışımadan okula gider?
Ben.
Niye?
O benle yürek arasında bir mesele, geçiniz.

Ne güzeldi okul!.. Tek ü tenha koridorlar, mısraı berceste sınıflar. Biraz dolaştım, yalnızlığını paylaştım mekanın. Çıktım. Kardı yağan. Sanki bendim yağan. Yakaları kaldırılmış montumun ceplerine sığınarak yürüdüm. Daha ayakaltlarında ezilmemişti kar. Daha yollar vıcık vıcık sulu buz halini almamıştı. Keyfine vararak yürüdüm.

Aşina dükkânların önünde kepenklerin kaldırılmamış halini seyrettim. Kar yağıyordu. Keyifleniyordum. Şehrin parklara sığınmış ağaçlarının altından geçtim. Biriken karla tevazu içerisinde baş eğen birkaç çamın elinden tuttum, musafaha yaptım. Olanca kar tepeme indi. Ne etrafa baktım ne etraftakiler bana. Cigarası tüten bir kardan adam oluvermiştim.


Günün ilk çayını içmek için kitapçıda oyalandım. Çaycılar da vali olmuştu, açmak bilmiyorlardı çay ocağını. Birkaç muhabbet sıkıştırdım koltuğum altına: Tarık Tufan, İbrahim Tenekeci. Kardı. Tatildi. Okunasıydı. Tatil olmasa da okunasıydı.

Her sene birkaç kez yağar böylesi. Kara kandırır yüreğimizi. Şehir bembeyaz, insanlar bembeyaz, kuşlar bembeyaz… Ah o annelerin yüreği gibi bembeyaz.

Islanmasın için itina ile montumun altına yerleştirdiğim kitapları, otobüsün arka kapısına yakın, teker üstü bir koltukta, dizlerimi karnıma doğru çekip şapkamdan damlayan karları silerek açtım. Bahtıma Tarık Tufan çıktı. Bizatihi tanımam etmem lakin Allah biliyor ya bir ünsiyet, bir muhabbet var aramızda. Yazdıkları bildik, hissettikleri tanıdık… Bizim mahalleden her hal kendisi.

İlk ben aşık oldum, bizim çocuklar arasında.
İlk günah benimdi.


Otobüs, ağzı beraber yolcu dolu. Tatili fırsat bilip iki kafadar soluklandıkları internet cafedeki oyundan bahsediyor. Bir yaşlı amca dalgın dalgın bakıyor buğulanan camına otobüsün. Allah bilir neler görüyor camda. İki öğretmen tatilin geç edildiğinden, yeni tayinlerden filan konuşuyor gürültülü bir şekilde. Sanırsınız sınıftalar. Yanıma ilişen gece vardiyasından uykulu delikanlı, karla birlikte kâh hızlı hızlı kâh yavaş yavaş oltu taşından bir tespih çekiyor. Otobüs öne doğru yığılarak duruyor, böğürerek kalkıyor; inenler, binenler… Hepsini karanlığa açılan düğme ile kapatıyorum. Kimseyi duymam artık. Ne inenden haberim olur ne kırmızı ışıkta bekleyişinden şoförün. Şimdi satırlar var. Tarık Tufan var. Yazı var. Yazıda ben varım.

Kraliçenin Pireleri yazarı Kekeme Çocuklar Korosu’nda başlamış çocukluğundan itibaren anlatmaya. Ne de samimi ne de hoş anlatıyor. Çekip alıveriyor satırlardan dünyasına. Hayır, kendi dünyasına değil, bizim dünyamıza. Üç numara tıraşlardan, yaraları kabuk bağlayan dizlerimize; yaz aylarında çalışmaktan ilk kot pantolon giyişe kadar bizim dünyamız. Bir farkla ki: Mekân isimleri. İstanbul, edebiyatımızda mekân isimleriyle de çok yaşayan bir şehir. Üsküdar, Eminönü, Kadıköy, Sirkeci… Ahmet Hamdi meşhur Huzur’da anlatır İstanbul’u uzun uzun. Bizim otobüs Düvenönü meydanı’ndan geçerken yazar Unkapanı’nda. Sorgulanması gereken bir durum bu. Niçin herkes çok iyi biliyormuş gibi mekânları yazarlar? Bir ayrıcalık mı arzulanan? İstanbul’da yaşıyor olmanın ayrıcalığı!.. Ele alınası bir konu.

Karanlık bir odada kara kedi yakalamak zordur; özellikle de odada kedi yoksa

Sevgili Ertuğrul Fındık Tarık Tufan’a soruyor sipesifik.com’da

Ben seni tanıyorum. Çok da fazla "ortalıkta" görünen biri değilsin. Ancak buna rağmen "seni sevenler" sana enteresan bağlarla bağlanmış. Nasıl açıklıyorsun bunu?

Cevaplıyor Üstad:

“Annem bana çok ortalıkta görünme evladım demişti ben de ortalıkta görünmüyorum. Ortalık denilen yer ürkütücü bir yer abi. Millet dolaşsın biz bir gün ortalığı toplamaya geleceğiz. Bizi sevenler! Ne güzel bir ifade üstat. Onlar da ortalıkta değiller. Beraber takılıyoruz işte.”

Samimi, riyasız cümleler. Birçok yazar "çiçek - böcek"ten bahsederken o "Kudüs"ten bahsediyor, birçok insan "faizsiz finans kurumu"nu tartışırken o "başörtülü kızların sorunları"ndan dem vuruyor. Pakdil usta düşkünü. Kudüs’e açılan kapısı. Tarık Tufan “(1973-?) Özgeçmiş dediğin işte bu tire işaretidir. Hepsi bu....” Diyor ve doğrusunu diyor. Ne olursa olsun "bizim mahalle"nin en cevval delikanlılarından biri olduğu su götürmez bir gerçek. Bizim mahalle neresi mi? Kekeme Çocuklar Korosu’nda yazıyor. Bir zahmet…

Son İstanbul ziyaretimde kadim dostum Selim Şevkioğlu ile birlikte İstanbul’a farklı bir açıdan bakıyorduk. Bir mahalleye dalıverdik, dostum seslendi: “Tarık Tufan’ın hikayelerine mekan olan yerler burası.” Tarık Tufan’dan önce kitapları ve yaşadığı mahallesi ile tanışmak nasip oldu. İlginç. Tarık Tufan bir yazar, bir radyocu, bir tv programcısı, bir öğretmen...” Bu Ülke ile hayata ayna tutuyor, tufandan arda kalanları kafaya takıyor. Yaşadıklarını yazıyor Kekeme Çocuklar Korosu’nda, Kraliçenin Pireleri’nde, ve sen, kuş olur gidersin’de… Popüler kültürü yumrukluyor, Müslüman bir birey olarak bakıyor hayata. Düşmana korku salıyor, dostlarına emanet hissi veriyor. İnadına yürüyor işte. Maksat puştlar fitil olsun.

Otobüs duruyor. Otobüs gitmiyor. Sarsılmıyorum, öne doğru yığılıp durmuyorum. Durgun bir deniz otobüs.
Otobüs son durakta duruyor, ben Tarık Tufan’da.

Kar yağıyor. İşte bu güzel. İnip yürüyebilirim otobüsle geldiğim yeri tekrar. Tekrar okuyabilirim Kekeme Çocuklar Korosu’nu. Ve fakat yazarı kalkıp da “bu kitap otobüste mi yazıldı ki orada okuyorsun” yahut “otobüste okunmak için yazılmadı bu kitap” derse… Haklı vallahi. En iyisi yeniden okumak. Lakin o kar bir daha ne zaman yağar, Allah bilir.

Hiç yorum yok