Salavat Getirsin Cemalin Gören
“Eşlerine Göre Ediplerimiz”de Sermet Sami Uysal röportaj yaptığı ediplerimizin eşlerine üstadlarımızın nasıl yazdığı, neye yazdığı, kahramanlarının hayatlarında olup olmadığı gibi hususları sorar.
Peyami Safa için eşi Nebahat Safa’ya şöyle sorar:
“- Eşiniz eserlerini rastgele kağıtlara mı yazar hanımefendi?- Hayır, kağıt muntazam ve temiz olmalı. Bilhassa roman yazarken defterin en iyisini seçer.” Şeklinde cevap veriyor. (sy. 69)
Edebiyatı iyi anlamak için “edebi metinleri” iyi anlamak gerekir. Edebi eserleri iyi anlamak için “Edib”i yakından tanımalıyız. Sadece eser bizi yanıltabilir. Edebi eserin nasıl yazıldığı da onu anlamamız açısından ipuçları sunar. Necip Fazıl “Kaldırımlar” şiirinin, Fransa’da yaşadığı bohem hayatının bir nişanesi olarak sabahlara kadar dolaştığı yabanın kaldırımlarında oluştuğunu söyler. Refik Halid Karay’ın Gurbet Hikayeleri ve Memleket Hikayeleri isimli eserlerini özümseyebilmek için “Kirpi”nin önce İttihadçılarca Sinop’a (1913) sürülmesinin (Ardından sürgün yeri 1916’da Çorum daha sonra Ankara, Bilecik) Memleket Hikayeleri’nin malzemesini oluşturduğu; Milli mücadele hareketine karşı takındığı muhalif tavırdan dolayı, Ankara hükûmeti tarafından tutuklanıp sorgulanacağını anlayınca, 9 Kasım 1922’de eşi ce oğluyla yurt dışına kaçtığını…. Daha sonra 1924’te çıkarılan “yüz Ellilikler” listesine adının yazıldığını, sürgünde geçen yıllarda (1938’e kadar) Gurbet Hikayeleri’ni yaşayarak yazdığını kaydeden tarih sayesinde mesela okul kitaplarımıza kadar giren “Eskici”yi okurken eseri de yazarı da hatta dönemi de daha iyi kavradığımızı söyleyebiliriz. Örnekleri çoğaltmak elbet mümkün çünkü her eserin hikayesi olduğu gibi her yazarın da esere kattığı kendi hikayesi vardır.
Maksadım edebi eserlerin ve yazarlarının hikayesi değildir; ama bir dibâce sayılması muradımdır.
Hece Dergisi, Aralık 2004 tarihli 96. sayısında “Dosya: İnternet Ortamında Edebiyat”ı konu edindi. Birçoklarının varlığına dahi tahammül edemedikleri ve fakat varlığı ve kemiyeti sebebiyle umursamazlık edemedikleri bir alanın edebiyat ile e-edebiyat yahud elektronik dergi isimleri ile gündeme taşınması hoş oldu. Gerçi Türkiye Yazarlar Birliği “elektronik dergi” ödülü de verme zarureti hissetmişti 2001 yılından beri lakin bu dosya “soruşturma” vechesiyle bir kıymete bindi.
Dinime dahleden keşke…
Soruşturmaya katılanlarla ilgili çok sathî olmak kaydıyla şu hükmü verebiliriz: Eski nesille birlikte isimleri “yazarlarımız” listesinde zikredilen “usta”larımız – iktibas gereği duymuyorum asla ve kat’a – internet ortamını ve ürünlerini / eserlerini “tu kaka, boş, kıymetsiz” görüyorlar ve fakat e-dergilerin varlığını ve ağırlığını hissettiklerini dile getirmekten geri duramıyorlar. E-dergi sahibi yahud yazarı dostlarımız ise olumlu yanlarını sıralıyorlar internetin. Dosyaya yazıları ile katılanlar: Rasim Özdenören, Hüseyin Su, Ömer Lekesiz, Necip Tosun, Sadık Yalsızuçanlar, Melih Bayram Dede, Mehmet Harmancı, Fatih Turanalp, Selçuk Engin, Hayriye Ünal ve Murat Erol…
Güzel benim olmayınca…
Esas olan insandır. Kitap da insana yöneliktir; iyi ve kötü alamet-i farikasıyla internet de. Kitabı yazan da insandır, interneti vücuda getiren de. İnsanın yapısı gereği “güzel benim olmayınca” çıkarsaması, güzeli güzel olmaktan çıkarabiliyor. Üzerinde mürekkep kokusu, parmak uçlarında kağıt lezzeti, arasına konan bir kağıtçık, bükülen bir sayfa bize kitabı yazılanlar kadar “bizim” kılan değerlerdendir. Sahip olmadığımız şeyler, nelerse ki onlar, dışımızdadır diye yok olduğunu ifade etmememiz yahud “anlamamız” sebebiyle ve tutuculuğumuz yüzünden “kötü”, “gereksiz”, “boş” yaftalarını boynuna asmamamız gerekir.
Bütün edebi akımlar kendilerinden öncekilere bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Edebi topluluklar da aynı şekilde etki – tepki çerçevesinde vücud bulur. Hele bir düşünelim Orhan Veli ve arkadaşlarının ortaya attıkları “Garip Akımı” ve sebebiyet verdiği dalgalanmaları… Ölçüsüz ve kafiyesiz olmasından dolayı “karın gurultusu” olarak tanımlanan serbest şiirin tepkilere kulak tıkayarak çok kısa sürede geldiği noktayı idrak etmeye çalışalım. Bugün neredeyse şairlerimizin tamamı serbest ölçüyü tarz olarak benimsemiştir. İnternet dergiciliği de belli bir tepkinin nişanesi niçin sayılmasın? Neyin tepkisi? Niçin bu tepki bir çok artısıyla müspet sayılasın?
Yok mıdur gökde bizüm ılduzumuz
K’olmadi yir yüzünde boynuzumuz
Dergicilik Türkiye’de bir dipsiz kuyu. Çıktıkça çoğalan, çoğaldıkça yayılan, genişleyen, büyüyen bir umman. Köşe başlarındakiler aynada daim kendilerini gördüklerinden sairleri “Taşra” diye keselerinden çıkardıkları mühür ile damgalar ve aynalarına dönüverirler. İstanbul’un altı üstü “Taşra” olmuş lakin “karşıya” geçenler bunu geçtikleri kıyıda bırakıveriyorlar. “Taşra” dergiciliği amatör, hevesli, çoşkulu gençlerin odaklaştığı kesişme noktasıdır hepsi o kadar. Sanat yönü onlara göre yoktur; kalite ne gezer; gereksizdir kısaca. Hem niye çıkar ki taşra dergileri? Gençler niçin yazarlar buralarda? Okundukları mı vardır sanki? Üstadların dergilerini alıp yazılarını okusalar ya!.. Taşra dergilerinin edebiyatın çöplüklerinden merkezin sakin ve serin sularına akması gereklidir!... Falan filan.
Bu hususta özellikle necip Türk matbuatının “necip” yazarı Necip Tosun’un yazdıkları dününe dair ne denli bir unutuş, ne kadar cahillik içerisinde bulunduğunu da gösteriyor. Sanki mübarek otoriteler analarından yazar doğdular; her yazdıkları bir üstadlık emaresi… Sanal dergileri taşra dergisi makamına kendince yerleştiren üstad, bu siteleri yazar olma hevesine kapılmış insanların işgali altında diye niteliyor. Yahu yazar olma hevesi olmadan mı “yazar” oldun diye sorarlar adama? Hele bir bakıver yazılanlara. Sizin elinize su dökemezler ama yine de bir bakıver belki bir ışıltı, bir cevher söz konusu olabilir. İlla İstanbul’da elinizin altında mı yazması gerekir gençlerin? Cahit Zarifoğlu ve Yedi Güzel Adam “Mavera”da yaptıklarını taşralı olarak yaptı. Güzel maraş’ın güzel dergigi “İkindi Yazıları” taşralı idi. Ne güzel, ne samimi, ne sıcak bir taşralı… palandöken vardı bir zamanlar. Diriliş hangi memleketten usta? Dergah’ta atan kalp Erzincan’ın değil mi?
Siz neyin taşrası, neyin cenaze namazından bahsediyorsunuz? Hem ne zaman geçtiniz “otorite” makamına? Solcular halka rağmen mantığını ne zaman, nerede devrettiler size?
Sanal alemdeki metinler bir üründür. Edebi yönünün olup olmadığı, Hıncal Uluç vari satırlarınızdan değil zaman ve okurları tarafından belirlenecektir. Tıpkı sizin eserleriniz için uygulanan kıstas gibi. Hiç düşündünüz mü hangi eseriniz hasbel kader bir editör tarafından yayınlandıktan sonra fırtınalar kopardı. Yazmak eylemse, zamanı geniş zamandır ve internet çöplüğü diye vasfettiğiniz mekanlar belki sizden daha güçlü kalemlere ev sahipliği yapıyordur? Ne dersiniz?
Kahve, tütün; keyifler oldu bütün
İnterneti mesaj alıp gönderme hususunda fikr-i sabit edinmeyip nimetlerinden istifade etmeyi düşünmeliyiz. Bir “e-dergi”, arşivi ile, yorum yazılabilirliği ve tavsiye edilebilirliği ile, “interaktifliği” ile matbu hiçbir derginin yapamayacağı işleri başarır. “hata-i mürettip” çilesini, zarar endişesini, ticaret riskini, posta – satış sendromunu yaşamamızı sağlar. Günlük günceller, anlık müdahalelerde bulunabilir, derhal yayınlarsınız. Bir yazarın yazısı altında o yazarın daha önceki yazılarına ulaşmanın ve okumanın kıymeti hangi matbu derginizde var acep?
“E-dergi” yahud sanal alemde edebiyat olgusuna muhalif duranları, kullanageldikleri daktilonun tarihini okumaya davet ediyorum. Güzel yazıyı, dolma kalemi, mürekkebi unutturacak daktilodan, daktilo niyetine kullandıkları klavyeye geçişleri ne kadar zor olmuşsa kopyala-yapıştır mantıklı kişisel bilgisayarlarından da internet ortamına geçişleri o kadar zor olacaktır. Ama olacaktır çünkü başka çıkar yol bulamayacaklar. Vaktiyle “taşra”dan bir mekan edinmeye baksalar iyi olacak derim.
Dibacemize dönecek olursak: Eserin nasıl vücuda getirildiği önemlidir. İster bilgisayar başında, ister kağıt – kalem sularında çalışan olsun yazarın ne yazdığı, nasıl yazdığı mühimdir. Bu yazı kareli büyük boy bir deftere yazıldı ve dijital ortama aktarıldı. Bunu ister matbu bir dergi yayınlasın ister “e-dergi” aynı yazıdır; beğeni okurundur. Okur beğenirse metni kolayca kendi arşivine atabilir, yazarına düşüncelerini geçebilir, birisine tavsiye edebilir. Hangi matbu dergi ile yaparsınız bunları? En basiti aldığım ve beğenmediğim bir dergi paramı iade edebilir mi? Var mı köşesinden kapatabileceğim kısa yolu? Sık kullanılanlara ekledik efendim deyip zeylimizi de yapalım ve noktalayalım bu muhabbeti:
Internet-i mezkur hakkında bir hamiş manzur-ı ubeydim olmuştur. Şöyle ki: Ezmine-i salifede Amerika vilayetinde bir fahişe avret olup, mezbure hîn-i buluğundan zaman-ı vefatına değin ef’al-i şenî’a ile meşgul bulunup katı çok nush ü pend olunmuş ise de isgaa etmemişdür.
Peyami Safa için eşi Nebahat Safa’ya şöyle sorar:
“- Eşiniz eserlerini rastgele kağıtlara mı yazar hanımefendi?- Hayır, kağıt muntazam ve temiz olmalı. Bilhassa roman yazarken defterin en iyisini seçer.” Şeklinde cevap veriyor. (sy. 69)
Edebiyatı iyi anlamak için “edebi metinleri” iyi anlamak gerekir. Edebi eserleri iyi anlamak için “Edib”i yakından tanımalıyız. Sadece eser bizi yanıltabilir. Edebi eserin nasıl yazıldığı da onu anlamamız açısından ipuçları sunar. Necip Fazıl “Kaldırımlar” şiirinin, Fransa’da yaşadığı bohem hayatının bir nişanesi olarak sabahlara kadar dolaştığı yabanın kaldırımlarında oluştuğunu söyler. Refik Halid Karay’ın Gurbet Hikayeleri ve Memleket Hikayeleri isimli eserlerini özümseyebilmek için “Kirpi”nin önce İttihadçılarca Sinop’a (1913) sürülmesinin (Ardından sürgün yeri 1916’da Çorum daha sonra Ankara, Bilecik) Memleket Hikayeleri’nin malzemesini oluşturduğu; Milli mücadele hareketine karşı takındığı muhalif tavırdan dolayı, Ankara hükûmeti tarafından tutuklanıp sorgulanacağını anlayınca, 9 Kasım 1922’de eşi ce oğluyla yurt dışına kaçtığını…. Daha sonra 1924’te çıkarılan “yüz Ellilikler” listesine adının yazıldığını, sürgünde geçen yıllarda (1938’e kadar) Gurbet Hikayeleri’ni yaşayarak yazdığını kaydeden tarih sayesinde mesela okul kitaplarımıza kadar giren “Eskici”yi okurken eseri de yazarı da hatta dönemi de daha iyi kavradığımızı söyleyebiliriz. Örnekleri çoğaltmak elbet mümkün çünkü her eserin hikayesi olduğu gibi her yazarın da esere kattığı kendi hikayesi vardır.
Maksadım edebi eserlerin ve yazarlarının hikayesi değildir; ama bir dibâce sayılması muradımdır.
Hece Dergisi, Aralık 2004 tarihli 96. sayısında “Dosya: İnternet Ortamında Edebiyat”ı konu edindi. Birçoklarının varlığına dahi tahammül edemedikleri ve fakat varlığı ve kemiyeti sebebiyle umursamazlık edemedikleri bir alanın edebiyat ile e-edebiyat yahud elektronik dergi isimleri ile gündeme taşınması hoş oldu. Gerçi Türkiye Yazarlar Birliği “elektronik dergi” ödülü de verme zarureti hissetmişti 2001 yılından beri lakin bu dosya “soruşturma” vechesiyle bir kıymete bindi.
Dinime dahleden keşke…
Soruşturmaya katılanlarla ilgili çok sathî olmak kaydıyla şu hükmü verebiliriz: Eski nesille birlikte isimleri “yazarlarımız” listesinde zikredilen “usta”larımız – iktibas gereği duymuyorum asla ve kat’a – internet ortamını ve ürünlerini / eserlerini “tu kaka, boş, kıymetsiz” görüyorlar ve fakat e-dergilerin varlığını ve ağırlığını hissettiklerini dile getirmekten geri duramıyorlar. E-dergi sahibi yahud yazarı dostlarımız ise olumlu yanlarını sıralıyorlar internetin. Dosyaya yazıları ile katılanlar: Rasim Özdenören, Hüseyin Su, Ömer Lekesiz, Necip Tosun, Sadık Yalsızuçanlar, Melih Bayram Dede, Mehmet Harmancı, Fatih Turanalp, Selçuk Engin, Hayriye Ünal ve Murat Erol…
Güzel benim olmayınca…
Esas olan insandır. Kitap da insana yöneliktir; iyi ve kötü alamet-i farikasıyla internet de. Kitabı yazan da insandır, interneti vücuda getiren de. İnsanın yapısı gereği “güzel benim olmayınca” çıkarsaması, güzeli güzel olmaktan çıkarabiliyor. Üzerinde mürekkep kokusu, parmak uçlarında kağıt lezzeti, arasına konan bir kağıtçık, bükülen bir sayfa bize kitabı yazılanlar kadar “bizim” kılan değerlerdendir. Sahip olmadığımız şeyler, nelerse ki onlar, dışımızdadır diye yok olduğunu ifade etmememiz yahud “anlamamız” sebebiyle ve tutuculuğumuz yüzünden “kötü”, “gereksiz”, “boş” yaftalarını boynuna asmamamız gerekir.
Bütün edebi akımlar kendilerinden öncekilere bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Edebi topluluklar da aynı şekilde etki – tepki çerçevesinde vücud bulur. Hele bir düşünelim Orhan Veli ve arkadaşlarının ortaya attıkları “Garip Akımı” ve sebebiyet verdiği dalgalanmaları… Ölçüsüz ve kafiyesiz olmasından dolayı “karın gurultusu” olarak tanımlanan serbest şiirin tepkilere kulak tıkayarak çok kısa sürede geldiği noktayı idrak etmeye çalışalım. Bugün neredeyse şairlerimizin tamamı serbest ölçüyü tarz olarak benimsemiştir. İnternet dergiciliği de belli bir tepkinin nişanesi niçin sayılmasın? Neyin tepkisi? Niçin bu tepki bir çok artısıyla müspet sayılasın?
Yok mıdur gökde bizüm ılduzumuz
K’olmadi yir yüzünde boynuzumuz
Dergicilik Türkiye’de bir dipsiz kuyu. Çıktıkça çoğalan, çoğaldıkça yayılan, genişleyen, büyüyen bir umman. Köşe başlarındakiler aynada daim kendilerini gördüklerinden sairleri “Taşra” diye keselerinden çıkardıkları mühür ile damgalar ve aynalarına dönüverirler. İstanbul’un altı üstü “Taşra” olmuş lakin “karşıya” geçenler bunu geçtikleri kıyıda bırakıveriyorlar. “Taşra” dergiciliği amatör, hevesli, çoşkulu gençlerin odaklaştığı kesişme noktasıdır hepsi o kadar. Sanat yönü onlara göre yoktur; kalite ne gezer; gereksizdir kısaca. Hem niye çıkar ki taşra dergileri? Gençler niçin yazarlar buralarda? Okundukları mı vardır sanki? Üstadların dergilerini alıp yazılarını okusalar ya!.. Taşra dergilerinin edebiyatın çöplüklerinden merkezin sakin ve serin sularına akması gereklidir!... Falan filan.
Bu hususta özellikle necip Türk matbuatının “necip” yazarı Necip Tosun’un yazdıkları dününe dair ne denli bir unutuş, ne kadar cahillik içerisinde bulunduğunu da gösteriyor. Sanki mübarek otoriteler analarından yazar doğdular; her yazdıkları bir üstadlık emaresi… Sanal dergileri taşra dergisi makamına kendince yerleştiren üstad, bu siteleri yazar olma hevesine kapılmış insanların işgali altında diye niteliyor. Yahu yazar olma hevesi olmadan mı “yazar” oldun diye sorarlar adama? Hele bir bakıver yazılanlara. Sizin elinize su dökemezler ama yine de bir bakıver belki bir ışıltı, bir cevher söz konusu olabilir. İlla İstanbul’da elinizin altında mı yazması gerekir gençlerin? Cahit Zarifoğlu ve Yedi Güzel Adam “Mavera”da yaptıklarını taşralı olarak yaptı. Güzel maraş’ın güzel dergigi “İkindi Yazıları” taşralı idi. Ne güzel, ne samimi, ne sıcak bir taşralı… palandöken vardı bir zamanlar. Diriliş hangi memleketten usta? Dergah’ta atan kalp Erzincan’ın değil mi?
Siz neyin taşrası, neyin cenaze namazından bahsediyorsunuz? Hem ne zaman geçtiniz “otorite” makamına? Solcular halka rağmen mantığını ne zaman, nerede devrettiler size?
Sanal alemdeki metinler bir üründür. Edebi yönünün olup olmadığı, Hıncal Uluç vari satırlarınızdan değil zaman ve okurları tarafından belirlenecektir. Tıpkı sizin eserleriniz için uygulanan kıstas gibi. Hiç düşündünüz mü hangi eseriniz hasbel kader bir editör tarafından yayınlandıktan sonra fırtınalar kopardı. Yazmak eylemse, zamanı geniş zamandır ve internet çöplüğü diye vasfettiğiniz mekanlar belki sizden daha güçlü kalemlere ev sahipliği yapıyordur? Ne dersiniz?
Kahve, tütün; keyifler oldu bütün
İnterneti mesaj alıp gönderme hususunda fikr-i sabit edinmeyip nimetlerinden istifade etmeyi düşünmeliyiz. Bir “e-dergi”, arşivi ile, yorum yazılabilirliği ve tavsiye edilebilirliği ile, “interaktifliği” ile matbu hiçbir derginin yapamayacağı işleri başarır. “hata-i mürettip” çilesini, zarar endişesini, ticaret riskini, posta – satış sendromunu yaşamamızı sağlar. Günlük günceller, anlık müdahalelerde bulunabilir, derhal yayınlarsınız. Bir yazarın yazısı altında o yazarın daha önceki yazılarına ulaşmanın ve okumanın kıymeti hangi matbu derginizde var acep?
“E-dergi” yahud sanal alemde edebiyat olgusuna muhalif duranları, kullanageldikleri daktilonun tarihini okumaya davet ediyorum. Güzel yazıyı, dolma kalemi, mürekkebi unutturacak daktilodan, daktilo niyetine kullandıkları klavyeye geçişleri ne kadar zor olmuşsa kopyala-yapıştır mantıklı kişisel bilgisayarlarından da internet ortamına geçişleri o kadar zor olacaktır. Ama olacaktır çünkü başka çıkar yol bulamayacaklar. Vaktiyle “taşra”dan bir mekan edinmeye baksalar iyi olacak derim.
Dibacemize dönecek olursak: Eserin nasıl vücuda getirildiği önemlidir. İster bilgisayar başında, ister kağıt – kalem sularında çalışan olsun yazarın ne yazdığı, nasıl yazdığı mühimdir. Bu yazı kareli büyük boy bir deftere yazıldı ve dijital ortama aktarıldı. Bunu ister matbu bir dergi yayınlasın ister “e-dergi” aynı yazıdır; beğeni okurundur. Okur beğenirse metni kolayca kendi arşivine atabilir, yazarına düşüncelerini geçebilir, birisine tavsiye edebilir. Hangi matbu dergi ile yaparsınız bunları? En basiti aldığım ve beğenmediğim bir dergi paramı iade edebilir mi? Var mı köşesinden kapatabileceğim kısa yolu? Sık kullanılanlara ekledik efendim deyip zeylimizi de yapalım ve noktalayalım bu muhabbeti:
Internet-i mezkur hakkında bir hamiş manzur-ı ubeydim olmuştur. Şöyle ki: Ezmine-i salifede Amerika vilayetinde bir fahişe avret olup, mezbure hîn-i buluğundan zaman-ı vefatına değin ef’al-i şenî’a ile meşgul bulunup katı çok nush ü pend olunmuş ise de isgaa etmemişdür.
Hiç yorum yok