Son Yazılar

İki Sandalye ve Kösü

Bir ahbap aradı birkaç sene önce. Bahçe sandalyeleri var, atacağım, bahçeye koymak istersen dedi. Ne yapacağım, aman istemem gibi gereksiz cümlelere prim vermeden koştum hemen. Tabi bu “koştum hemen” ifadesi lafın gelişi, illaki müsait olunca gittim ama geleceğimi belirterek muhafaza etmesini tembihlemiştim. Arabaya dört tane sığdırabildim. İkisini balkona ikisini bahçeye yerleştirdim. Utandım, bir sefer daha yapayım, diğerlerini de alayım diyemedim ahbaba. Nasibimizde bu kadar varmış dedim, teşekkür ettim.

Bambudan yapılmış.  El emeği göz nuru olduğunu uzaktan görünce dahi anlıyorsun. Elini üzerinde gezdirirken ustanın nefesini, müşfik bakışını ve sanatını hissediyorsun. Sadece estetik yönü güçlü değil oturması da bir rahat ki demeyin gitsin. Bir cila, birkaç ufak tamir ve yazlık da olsa kullanım ile itibarını iade eyledik. Cevizin koyu gölgesi ile çayırın serinliği ve yumuşaklığı üzerinde öyle bir keyif geldi ki sandalyelere, “Güldü oynadı, yerini buldu.” sözü sırf bizim sandalyeler için söylenmiş desek hata etmeyiz.

Kıymetli misafirlerimiz yaz gelince buyur edilirler bahçeye. Dört duvar arasında bunalanlar için bahçe bir ferahlama ve serinleme mekânıdır. Nihayetinde burası bir dağ başıdır ve ne eseri ne yalazı biter. Hâl böyle olunca elde bir bardak kahve veya çay ile üzerine kuruluverip küçük de olsa bir keyif kuşanırken teyakkuz halinde olmak gerektir. Bahçe eşyaları kucaklandığı gibi balkona, içeriye atılmalıdır bir aksülamel esnasında. Böyle yapılmazsa sonuç vahim olabilir ne minderi kalır üzerinde ne sandalyenin kendisi. Bir köşeye sokuşturur rüzgâr. İhtimaldir. Mümkündür. Hakikattir.

İhmal tarafım yok diye bilirim. Hatta ihmal insanlara bazen imrenirim. Bir şey yapılacaksa hemen yapılmalıdır. Demir tavında dövülür. Yoksa araya başka manialar girer, elden düşen elli gün kalır. Sonra ne yaptığın işin tadı kalır ne anlamı. Geçip gitmiştir.

 Elimde kitap, sandalyeye kurulmuş, cevizin dalları arasında koşturan çığırtkan serçelere biraz kızgın biraz sevecen bakarken zihnimde deveran eden geçmiş heyulalarına kapılıverdim. Tam manasıyla araba homurtuları, kuş sesleri, çocuk çığlıkları, su şırıltıları arasında dalgın, uzaklara, boşluğa bakarken bahçenin köşesinden çime doğru daha önce görmediğim bir yükselti fark ettim. Gözlerimi ovalayıp bir kez daha baktım. İki sene önce gözlerimden ameliyat olup gözlüklerden kurtulmuş olsam da hâlâ çok iyi gördüğüm söylenemezdi. Evet yanlış görmemiştim. Bir yükselti vardı. Hatta, yükselti küçük çaplı bir hareket gösterisindeydi. İnip kalkıyordu yükselti. İçeriden bir tazyik ile hareket ediyordu.

“Köstebek” diye haykırdım. Bir serçe uçtu, evin yaşlı bekçisi Pamuk kulağını salladı, parktan gelen çocuk sesleri kaldığı yerden devam etti. Haykırışıma benden başka şaşıran ve tepki veren olmadı. Nasıl olsundu ki oğlanlar evlenip yuvadan uçalı seneler oluyordu. Hanım yine yoktu, bitmez işlerle meşguldü. Bir başıma bahçede elimde kitap gün ışığını etrafımda döndürerek öğlenden ikindiye zamanı sarıyordum. Herkesin işi gücü vardı. Herkes daima bir koşuşturmaca içerisinde bitmek bilmez uğraşlarla meşgul idi. Bense oturduğum yerden kâh kitapların dünyasına sığınıyor kâh gölgelere taşarak güneşle köşe kapmaca oynuyordum.  

Tamam kitaplar bize daima insanları sevmemizi, barışçıl olmamızı, boş vakitlerimizi ziyan etmememizi, erken kalkıp pozitif yaşam sürmemizi tavsiye ediyor da azizim bazı şeyler her zaman denk gelmiyor ki. Tabiatı sevelim, eyvallah, tepemizde tepinen çocuklara anlayışla yaklaşalım, amenna, gazı kökleyen Tofaş’ın sürücüsü de insan anlayış gösterelim falan… Biz ne olacağız bu meyanda azizim?  Yahu köstebek güzelim çimi mahvediyor. Elinden tutup ışık mı olayım hayvana? Bahçeye dadandı mı bırakır mı bir kere? Ne tertip kor ne düzen.

Birden babamı özledim. Vefat edeli kaç sene olmuştu, dokuzdu değil mi dokuz. Demek ki anacığım da göçeli on iki sene olmuş. Ne kadar da geçmiş dedim sessizce. Daha dün gibi demeyeceğimi biliyorum artık. Ölen o kadar çabuk unutuluyor, geride kalanlar dünyanın yalanına o kadar çabuk karışıyorlar ki hayret etmiyorum artık. Anam deyince sanki bir kuş kalktı başım üstünden. Her ikisine de üç kulhu bir elham gönderdim. Rahmet diledim.

Yine bir köstebek macerası yaşamıştık babam sağ iken. Yine aynı yerden, duvarın altından teperek gelmişti bahçeye Köstebek Efendi Hazretleri. Umarsız. Pervasız. Saygısız. Allah’ın dağını, yabanını bırak gel iki avuç bahçeye dadan. Olacak iş mi? Olur olur efendim. Pek de güzel olur.

Benim oturduğum şu sandalyeye benzer bir sandalyeye çöktü babam.  Bana talimatlar yağdırıyor bir taraftan. Toprağı şuraya çek, şurayı kapat, çukur yapma… Elinde pompalı. İlk gördüğümde nevrim döndü, küçük dilimi yutacaktım. Tüfekle köstebek mi vurulur? Vurulur dedi, karışma sen. Çekil bakayım. Elinde tüfek olan birine ses yükseltecek değildim tabi. Hem de babaya.

Saatlerce bekledi sandalyede. Mekanizması kurulu tüfek elinde, gözü kösünün tepeciğinde kâh uyukladı kâh bize laf yetiştirdi. Etrafta gürültü olunca tabi ki sırra kadem bastı köstebek. Tetiğe dokunmak mümkün olmadı. Sandalyenin nöbetini bazen bana devretti bazen kendi tuttu. Akşamı bulduk o gün.

Sabah baktım namazdan sonra babam erkenden inmiş bahçeye. Gün yeni yeni ışıyordu. Sandalyeyi çekti dünkü kösü deliğinin yamacına, kucağına tüfeği aldı. Nöbete başladı. Lakin fark etmediği bir şey vardı. Ben seslenip işaret edene kadar da görmedi. Bahçede bir sürü yerden tepmişti köstebek. O anki şaşkınlığını ve tüfeği bırakıp gidişini hiç unutmam. İş dönüşü uğradığım zirai ilaç bayiinden köstebekler için satılan tüp içerisinde bir ilaç aldım. İlaç dedimse zehirleyip öldüren anlamayın, ağır bir koku içeren tablet. Eve gelinde birkaç deliği açtım, içerisine bıraktım tableti.  Kürek elde köstebeğin açtığı çukurları teker teker kapattım. O sene bir daha köstebek görmedik bahçede.

Sandalyedeyim. Kitabı kenara bıraktım. Asrî zamanlar yaşıyoruz malum. Cep telefonundan e-ticaret sitesine girdim. Köstebek ilacı yazdım, karşıma bir sürü ürün çıktı. Daha önce aldığıma benzer bir ürün sipariş verdim. Kargo bedava olsun diye birkaç da ihtiyacım olmayan şey aldım. Kargoyu kurtarmıştık. Şimdi bekleme zamanı idi. Bir serçe daha uçtu başım üstünden. Hanım akşam olmadan geldi. Köstebek bir delik daha açmadan gökte nokta gibi görünen uçaklardan iki tane geçti. Bu sene cevizleri soğuk aldığı için olmadı. Ceviz olmayınca kargalar musallat olmadı. Yağmurlar bir türlü gelmedi. Gün döndü gitti azizim.

Ahbap ne iyi etti de verdi bu sandalyeleri.

Köstebek yine gelir, serçeler yine uçar, ceviz bu sene olmasa da seneye tutar. Sandalyeler aynı yerde durur. Biz gidinceye kadar, gölgelerinde kim bilir daha kaç hikâye birikir?

Hiç yorum yok