Sarsıntılı Uzak
“Bu sarsıntılardan sadece ben etkilenmiyorum,” dedi, “herkes bu sarsıntılardan etkileniyor. Biz aslında, büyük olduğunu sanmayın, dar bir binada hep beraber yaşıyoruz ve birbirimizden yüzbinlerce kilometre uzağız…”
"Sarsıntı" bugün elime aldığım Thomas Bernhard kitabı. Bitmediği için "hüküm" verecek değilim. Hoş hüküm makamı da olmadığımı evvela ben sonra bütün cihan biliyor. Bakın ne güzel okuyorum, okumaya devam ediyorum, siz de okuyun ülen havasına da girecek yaşı geçeli çokkkk oldu, çok.
Bir satır arası dikkatimi çekti. Onu not ve zeyl seçkisinden kurtaracak bir tespit olarak buraya aksettirmek istedim.
Şu: Adamın evinde hiç kitap yok. Kitap yalnız kalmayı engelliyor. Devamı ve sair değinileri var. Nasibime düşene ses vereyim yeter. Şimdilik tabi.
O kadar eşya ile yaşamaya çalışıyoruz ki eşyaların efendisi makamını çok seviyor, çok içselleştiriyoruz. Her yanımız eşya, her yerde eşya, her şey eşya. Yani sadelik tarafımızdan def edileli öylesine çok olmuş ki eşyaların eşyası haline gelmişliğimizi dahi fark edemiyoruz. Olduğum yerden küçük bir baş hareketi yapıyorum: Hayır, hayır sayamayacağım kadar çok eşya var. İmdat.
Sahi kendimizle kalabilmekti değil mi mesele!
Güldürmeyeyim kendimi.
Hiç yorum yok