Hasbî'nin yolu Habsî'ye çıkar

Gelibolulu Âlî Künhü’l-Ahbâr’ında, ondan, "Kudemâdan Keşfî’nün karındaşı ve ol devir ayyaşlarınun kallâşı vü evbâşı” diye bahsediyor Hasbî'den. Hem kalleş hem evbaş bir şair nasıl olur diye düşünmenin gereği yoktur çünkü tezkire yazarlarının diline Allah düşürmesin tozlu halı gibi silkelerler insanı.

Geçelim ve Hasbî nasıl Habsî oluveriyor ona bakalım:

Kanûnî’nin meşhur sadrazamı İbrahim Paşa’nın vezirliğinin ilk yıllarında, adı, bir öldürme veya yaralama olayına karışmıştır. Âşık Çelebi’nin ifadesiyle; “bir kan meclisinde” bulunmuş ve nezarete atılmıştır. Âşık Çelebi sonrasını şöyle anlatmaktadır:

“İbrahim Paşa emretmiş, subaşı evine getirilip suçu itiraf etmesi için işkence etmişler. Subaşı, Hasbî’yi kollarından asmış. İşte o esnada Hasbî birdenbire şu beyti söylemiş:

Derd-i dâğ-ı aşk kim itmez tahammül Kâf ana
Hoş döyer bu nâ-tüvan gönlüm benim insâf ana


("Aşk yarasının ıstırabına Kaf Dağı bile tahammül edemezken benim bu zayıf ve çelimsiz
gönlüm yine iyi dayanmaktadır. Biraz insaf ona...”)

İşkence sırasında bağırıp çağıracağı yerde, şiir okuyan bu tuhaf suçlu Subaşı’yı şaşırtmıştır. Üstüne üstlük, Hasbî’ye işkence ettiği günün gecesi, Subaşının kızı apansız ölüvermiştir. O da, bu hadiseden, Hasbî’nin günahsız olduğu sonucunu çıkarmış, işkenceli sorgulamayı bitirip İbrahim Paşa’nın huzuruna koşmuştur :

Vâfir örf itdüm ikrâr itmedi”.

Subaşı’nın “Çok sıkıştırdım, ama itiraf ettiremedim” diye çevrilebilecek tekmilinden ve belki de işkence sırasında şiir okuduğu anlatımından etkilenerek İbrahim Paşa, “getirin şu şairi bir de ben konuşayım” demiş olmalı ki, Hasbî’yi hapishaneden huzura doğru yola çıkarmışlardır. Fakat kadersizlik bu ya, yolda bir ağaç dalının çarpmasıyla Hasbî gözünden yaralanmıştır. Acı ve ıstırap içindedir. Bitkin bir şekilde ve gözü şişmiş vaziyette huzura çıkarıldığından, Paşa sormuştur:

Molla Hasbî, gözüne n’oldu?

Hasbî de ağabeyi gibi hayli sivri dillidir. Gelibolu Âlî’nin ifadesiyle; “Dikkat semtine sâlik olmamış (uğramamış)” gibidir. Diline geleni söylemekten çekinmemektedir.

Nitekim Paşa’nın huzurunda da kendini tutamamıştır:

Sultanım yerini beğenmedi çıkmak ister

Paşa, Hasbî’den gelen bu hazır cevapla çarpılmış olmalıdır. Zira, Hasbî’nin cevabının içinde çok ince bir ima sezilmektedir. Gözüpek Şairin cümlesinde, hem, “gözüm içinde bulunduğu yuvayı beğenmedi çıkmak ister”, hem de, “huzurda bulunmaktan rahatsız oldu, bir an önce gitmek ister ” anlamı gizlidir.

Paşa’nın, bu saldırıyı anladığı ve bir edepsizlik addettiği, aynı şekildeki cevabından anlaşılmaktadır. Fakat o da Hasbî kadar incelikli olabilmeyi başarmıştır:

“Öyleyse, senin gözüne bir görünecek var”.

Gerçekten de gözüne çok şeyler görünmüştür Hasbî’nin. Paşa’nın emriyle hapse atılmış, her ne kadar, kendisine yöneltilen suçlar kanıtlanamamışsa da bir daha yakasını kurtaramamıştır.

Ve şair, bundan sonra, mahlasını, bahtsızlığını yansıtacak bir harf değişimiyle “Habsî"ye çevirmiştir. İbrahim Paşa'ya bu mahlasla bir kaç kaside yazıp göndermiş, affedilmesini dilemiştir. Lakin bir sonuç alamamıştır.

Hasbî, İbrahim Paşa’nın katlettirilmesinden sonra kazandığı özgürlüğünün tadını da çıkaramayacak, aradığı huzur ve rahatı bir türlü bulamayacaktır. Gerçi, hapishanede geçen uzun süre içerisinde ağabeyi Keşfî vefat etmiş, kazanmış olduğu hatırı sayılır miktardaki mal mülk oğlu şair Atâ’nın da genç yaşta peşi sıra ölümüyle kendisine kalmıştır. Lakin Hasbî de, Âşık Çelebi’nin tanıklığına bakılırsa, çoğuna haram karışmış olan bu mirastan yaralanamadan göçüp gitmiştir. Hasbî, kendi yaptırdığı aile kabristanında ağabeyi ve yeğeninin yanında yerini alırken, mirasını da Gediz’den gelen akrabaları saçıp savurmuş, talan etmişlerdir. Yani, Âşık Çelebi’nin söyleyişiyle; “kaltak kazanmış, kaltaban yemiştir.”


--- ---
Detay isteyene: XVI. YÜZYILDAN SIRADIŞI BİR ŞAİR PORTRESİ: GEDİZLİ HASBÎ

Hiç yorum yok