Çıkın - bir
Cesaretini topladı. Karanlığı yırtar gibi aydınlandı masa. Şimdi masada iki kişi vardı, iki kader arkadaşı, iki hasım... Sandalyeyi masaya yaklaştırdı. Gölge yaklaştı. Gölge pis pis sırıttı. O zaman kafası dank etti. Gölgesi ile hısımlığı husumete döneli sisle başlayıp tipi ile biten günün akşamına kadar gitti. Cesareti orada duruyordu. Kırılmamıştı daha. Daha üzerinden bir yıkım geçmemişti. masanın lambasını çarçabuk kapattı. Gölge duvarda çığlıklarla kayboldu. İşte dedi, işte bu imiş bütün mesele. Daha cümlesi tamam olmamıştı ki okuduğu yüzlerce kitaptan dökülen Mümtazlar, Efrasiyablar, Kerem ile Aslılar, Mahpeykerler, Hasan Mellahlar koynundan içeri girdiler. Sırtını saldalyaye daha bir yasladı. Bir karınca, bir çekirge heyecanıyla sırtından göğsüne, göğüs kılları arasından göbeğine seyreden gıdıklanma, bir damla suyun azmi ve kaypaklığı gibi bütün bedeninde teyakkuza sebebiyet vererek çıldırtıyordu. Okuduklarından hülasa edilmiş bilgelik ile insan dedi et ve kemik değil koca bir endişe. Üstesinden gelmeye mecburum. Gecenin mahzun ve me'yus hali gibi bir dinginliğe ulaşabilmek o kadar da imkansız olmasa gerek. Bakın şehrin gürültüsü çekildi. Koskoca apartmanda birkaç uykusuz bunak ve günboyu uyumaktan kafası gözü şişmiş ben varım gecenin kapkara koynunda. Gecenin kapkara koynu kelimeleri ağzından dökülür dökülmez ağzı kulaklarına varana kadar gülümsedi. Çıldır çıldır yanan bir şehir vardı dışarıda. Gölgesiz, karanlıksız, anlamsız... Sükûnetin sessiz harflerine bir titreşim çarptı:
"Sancak bataryaları, ateş!"
Kızılca kıyamet koptu bir anda. Modern bir sinemanın ses düzenine çağrışımlar yaparak koskoca bir gülle, deli dolu, canhıraş bir şekilde deryayı asumana sıçrattı. Kadırganın nazik vücudu her gülle ile, her dalga ile lime lime oluyor, fırlayan tarabzanların, gövdenin, güvertenin tahtaları kiminin gözüne, kafasına saplanıyor, şarapnallerden daha fazla zayiata sebebiyet veriyordu.
Batmakta olan bir kadırganın tam orta yerinde, gülleler, ölümler, kanlar, feryatlar, isyanlar, küfürler arasında kalıverdi. Kıllı, pala bıyıklı, alabildiğine çirkin, vücudu her türden silah yarasına sahne olmuş devasa bir çamyarması, havada sallanan gürzü ile İbrahim İnce'nin tepesine iniyordu.
"Sancak bataryaları, ateş!"
Kızılca kıyamet koptu bir anda. Modern bir sinemanın ses düzenine çağrışımlar yaparak koskoca bir gülle, deli dolu, canhıraş bir şekilde deryayı asumana sıçrattı. Kadırganın nazik vücudu her gülle ile, her dalga ile lime lime oluyor, fırlayan tarabzanların, gövdenin, güvertenin tahtaları kiminin gözüne, kafasına saplanıyor, şarapnallerden daha fazla zayiata sebebiyet veriyordu.
Batmakta olan bir kadırganın tam orta yerinde, gülleler, ölümler, kanlar, feryatlar, isyanlar, küfürler arasında kalıverdi. Kıllı, pala bıyıklı, alabildiğine çirkin, vücudu her türden silah yarasına sahne olmuş devasa bir çamyarması, havada sallanan gürzü ile İbrahim İnce'nin tepesine iniyordu.
Hiç yorum yok