Yerli

 

Hepimiz bir "yerin"in yerlisiyiz. Mekanlar bizle özdeşleşir; biz mekanlarla özdeşleşiriz. Dolmuş şöforu çalıştığı hattın yerlisidir; gazete bayii, büfesinin; ayyaş meyhanenin; çocuklar oyun alanlarının; virüsler bilgisayarın; işçi tezgahının yerlisidir.

Bizi bir şehre yerli kılan, başka şehirlerdir. Toprak, hemşehri o zaman tedavüle çıkar. Gurbette iken şehrimizin plakasını taşıyan arabalar dahi sımsıcak gelir, bir sızı ile süzülüp gider yüreğimizin bir kenarından. Memleketimizin adı bir şekilde telaffuz edilse, sabun gibi kayıp gideriz mekânımızdan. Kâh sokaklarında gezer kâh bir tepeden nazar ederiz hatıralar arasında.


Bir de kendi şehrimizde bizi biz kılan mekanlarımız vardır. Orada bulunmak emniyet hissi verir; güvende buluruz kendimizi. Çınar gibi yaslanır, derya gibi açılırız. Tozu zorumuza gitmez; köpeği saldırmaz bize.

Aslında ne yerliyiz ne mukim.
Ne hakimiz ne malik.
Yalan bir rüyanın medcezir heyulasından başka nedir ki şehir?
Yabancı ve kocaman dünyada "yabancı" ve "yaban" oluşumuz cingi bir dağ aslında.

Halbuki geometrik şekillerin ruhumuzu istilâ ettiği mekandır şehir: Kare, dikdörtgen, üçgen...

Modern yaftalı şehirlerde caddeler birden tükenmez; çıkmaz sokaklar yoktur, toprak damlar, dutların döküldüğü avlular, sarnıçlar, buz gibi suları çekilen kuyular, bakır helkeler, güğümler...

Yine de alışıyoruz yaşadığımız mekânlara. Otobüs saatlerini şaşırmıyoruz, kaldırımlarında bir önceki günden kalan ayak izlerimizi aramıyoruz.

Yerlileşiyor muyuz?
Ehlileşiyor muyuz?

Bir hâl içreyiz ve fakat ne kendimiziz ne de bir başkası...

Hiç yorum yok