Yâr mi Beceriksiz Mektubun Ucu mu Yanmıyor?
İşin ilginç yanı yazarlarımız arasında da mektuplaşma adeti pek yok. Halbuki bir yazarı tanımada, onun eserlerinin özelliğini, inceliğini ve güzelliğini görmede, iç dünyasını öğrenmede bulunmaz kaynaklardır mektuplar. Batı dünyasında ne kadar yaygınsa bizde o kadar sığ. Yaygınlık, kitaplara yansıyarak daha yakından tanımamızı sağlıyor üstadları.
Kaç kitap var bizim bu türden?
İki elin parmak sayısını geçer mi?
Otobiyografi de öyle. Mektup gibi, mektuplaşma gibi bize samimi bir dünya açacakken "kıtlığını" hissediyoruz. İşte hepsi hepsi bir kaç kıymetli yazarın, kıymetli otobiyografisi... O kadar.
Acaba yazarlarımız kendilerine ait bu özel dünyayı, okurları ile paylaşmak istemiyorlar mı? Kendileri ile alakalı bir sır inşa edip daha mı mutlu oluyorlar? Oysa eserlerini, kendilerini paramparça edip yazmıyorlar mı? Bu ketumluk niçin? Bir Kafa Kağıdı, bir jurnal, bir Waldo Sen Neden Burada Değilsin?... belki de yazarının da tahmin edemeyeceği raddede okuyucu ile yazarın ortak paydaları yaşamasını sağlıyor. Sanki hem mektup hem otobiyografi, yazar - okuyucu sohbetidir kelimelerin dünyasında. Bir dostla sohbet kadar güzel olan ne var ?
Otobiyografi yazmak kolay değilmiş. İnsan, çoğu kez nesnelliğini koruyamazmış, ben-merkezci duruma düşebilirmiş. Olsun. Bunla beraber, bu durumu kavramış, olabildiğince kendini öne çıkarmadan ve fakat kendi hakkını da yedirmeden, yaşadıklarını yazabilir. Hem de çok çok etkileyici bir biçimde. İstensin yeter ki...
Üstadlarımızın birbirlerine gönderdikleri mektuplarına, özyaşam öykülerine öyle ihtiyacı var ki gençlerimizin.
Bunu bir bilseniz?
Hiç yorum yok