Bir Şairin Mahrem Duası

1.
sözlerim var
ey insanlar dinleyin
kırkambar muradı katsın heybenize dinleyin…

ben, yaşamın haddini bilmediğim zamanlara değin
bazen genç çokça yaşlı zamanlara değin
kirli çatılardan akan suları
sömürdüğünü gördüm asfaltların
balkonlarda çamaşırlar ıslanır
insanlar ıslanırdı florasanlar altında
bir yağmur damlası nasıl kucaklardı gül ağacını
bilmezdim
bilmezdim bir gecede sürgüne duran ağaçları
nâtuktu rûzigâr
konuşmasını bilmesem de dinlerdim


küçük bir çocuğun sevinciydi gençliğim
namlanmamıştım, namlulaşmamıştım
kente inmezdim yücelerde eserdim
marifet bilirdim korkmadan arşınlamayı geceyi
sakalım büyürdü bir gecede
bir gecede eyleme dururdu yüreğim
kanla yumasam da ellerimi öfkeliydim
bir annem vardı serinlik veren
bir annem vardı

sonra rüyalarla arşınladım geceyi
gecelerle boy ölçüştüm ilkbaharın kenarında
intihar eden ağaçlardı karaborsada
susku, umut, dua…
sayham ulaşırdı göğün maviliğine
yüreğim mavi idi sevdiğim beyaz
baharlar geçerdi bembeyaz
bir gecede.
sesi çıkmaz olurdu kitapların
ansızın uyanılan sokaklarda linçiydi hayatın
çarmıha gerilen şehirlerde

şehirden sonra yaz geldi fakat
yaza mağlup çıktı gençliğim
bir hiç uğruna geçti gençliğim

2.
bir gül tufanı olup düşen gözyaşının
bir ahla güzleşen bakışların
dağları ıssızlaştırdığı zamanlara değin
denizden uzak yaşayanlar arasından
başıboş iklimlerden geldim

dinlemenin bir keramet
vuslatın çılgınlık olduğu besteden
tek başınalığa yitilen eylemimizle
susa susa karardı günlerimiz soldu güzler
önce salça kaynatan kadınları kovduk alkışlarla
kovduk ki lâhitler arasında çiğler
kendinden ötürü yaşmak bağladılar, çar bürüdüler
atmaca
yabani güvercinin yüreğinden
kara ölümdü geçti
çocukların toprağı bilmediği iklimlerden…

oysa siz davet edildi mi icabet ederdiniz
“selam” derdiniz ağaca, kuşa, canlıya, cansıza…
bir selâ duysanız kar yağardı içinize
“biz” derdiniz
“o’ndan geldik ve o’ na döneceğiz”
ne keder bırakırdı saçlarınızda bu ırmak
ne imanınızdan zerre noksan
o ki aranızdaydı hep
takvimler kıyamet olsa da aranızdaydı hep
çocukların okşanan başında bir muhabbet
sağ ayağın atılışında bir keramet vardı
bilirdiniz
sonra çokça bilirdiniz eline balta tutuşturulmuş putu
abdestiniz zemzem, gözyaşınız gül suyu idi
“selam” derdiniz görünene görünmeyene
dua ederdiniz bilinene bilinmeyene
“salat”ın uykudan hayırlı olduğunu
söylenmeden bilirdiniz…
O yürürdü de ayak izine basardınız
O öperdi de öperdiniz siyah taşı
O ağlardı da ağlardınız kalbleri kapalılara
O: “Anam babam feda olsun at ya Sa’d!” derdi de
Oklarınızla, sözlerinizle atardınız
O’na ulaşmasın için atardınız
O’na muhabbet olup akardınız
O’na Ashap olup bakardınız

O ne mübarek insandı
siz ne mübarek insanlardınız
bakışları altında…

3.
neler yaşamadık ki oğul

hızır geçerdi de kapımız önünden
hızır geçerdi ırmak olup yüreğimizden
kimse mırıldanmazdı mısraın en güzelini
yumularak gözler hayra yorulan rüyalardan
elbisesinden soyunan kelimeler kalırdı.
bir çiçeğin adı idi hızır
zamanın hafızasında çırpınan

şimdi sokaklardan geçiyorum
yüksek kaldırımların dünyasından tek başıma
tekel bayiileri, gündem dışı gazeteler, mafya
gece olunca arz-ı endam eyleyen korkular
kutsal olmayan ne varsa şehirlerde
lirik camilerden faizci hacılara kadar
kuru bir yasemin yaprağı resmediyor işportacılar
sirenlerin kesik nağmeleri arasına

kuşkonmaz elleriyle çocuklar
balkonların demir parmakları içinde çocuklar
matemin sığ sularında annelerine bakarak
akla uymayan hayallerin kopyasını uçururlar balkonlardan
tek nüshalı şehirlerin müsveddesi
çocuk yüreklerinden taşacak kadar
masivadır bir elleri
hızırla diz dize muhabbettedir bir elleri

büyüdük ve karardık ansızın
kandillerin de bir anlamı kalmadı
uzak düşülmüş bir dostun hayali gibi
modern kelimelerle lâkayt
bir ovanın düz oluşu gibi
hiçbir şeyimiz yok akıp giden zamandan
hiçbir şeyimiz yok maveradan yana
büyüdük ve arsız günlerle gelen mazi
hızırla aramıza girdi

sessizce açılan bent kapakları
nemiz varsa alıp götürdü asrî zamanlara

geniş zamanlı bir fiile
ne çok ihtiyacımız var şimdi

Hiç yorum yok